Hadis-Sünnet
Selamün aleyküm hocam,önceki sorumda yazmayı unuttugum kitabın adı Ruhül Beyan tefsiriydi.
Ayrıca cevabınız için çok teşekkür ederim.
Hadis ve sünnet hakkında bir sual sormak istiyorum.Hukuk fakültesinde okuyan bir arkadaşımın Türk hukuk tarihi dersinde, bu dersin hocası hadislerin Rasülullah Efendimizin söz ve davranışlarının yanında sahabe ve tabiinin söz ve davranışlarını da bildirdigini buna baglı olarak hadislerin sünnetlerden daha geniş yer tuttuğunu beyan etmiş.Hocam bu ifadeye göre hadislerin, sahabe ve tabiinin söz ve davranışlarını ihtiva ettiği dogru mudur? Ayrıca hadisle sünnet hakkında malumat verebilir misiniz. TEŞEKKÜR EDERİM.
Ve aleyküm selam kardeşim;
İsterseniz öncelikle Hadîs mefhumunun iştikakî (etimolojik) yapısı ve şumûlü (kapsamı) üzerinde biraz duralım.
Eski anlamındaki Kadîm’in zıddı olan Hadîs kelimesi, tahdîs masdarından isim olup "haber" manasınadır; cem’îsi, ehâdis gelir.
Hadîs lafzı, İslamiyet'le birlikte farklı bir mânâ kazanmış, âdeta onunla kadîm olan Kur'an-ı Kerim'in mukabili kastedilerek Rasûlullah’ın (s.a.v) sözlerine "el-Ehâdîsu'l-kavliyye”, fiillerine "el-Ehâdîsu'1-fi'liyye", tasvip ettiği şeylere (takrirlerine) de "el-Ehâdîsu't-takrîriyye" denilmiştir. [Ebu'1-Bekâ, Külliyât, s. 370, 402]
Hadis alimleri, Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v) yaratılışıyla ilgili özelliklerini (şemâilini) ve ahlakî vasıflarını da hadisin şumûlü (kapsamı) içerisine almışlardır.
Bazı âlimler, Hadîs tabirinin şumûlünü daha da genişleterek sahâbe ve tâbiînin şahsî beyan ve fetvalarını da bu muhtevaya almışlar, Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) ait olan hadislere "merfû", sahabeye (r.anhum) ait olanlara "mevkuf", tabiîne (r.aleyhim) ait olanlara da "maktu" adını vermişlerdir. [İbn Hacer, Tehzîbü't-Tehzîb, 7, 33]
Sonraları merfû, mevkuf ve maktu tabirlerinin hepsini ifade etmek üzere "haber" kelimesi kullanılmaya başlanınca, bir kısım âlimler sadece sadece merfû rivayetlere, bazıları da merfû ve mevkuf rivayetlere “hadis” demeyi uy¬gun görmüşlerdir.
Yine ilk devirlerde Rasûlullah’ın (s.a.v.) söz, fiil ve takrirleriyle birlikte sa¬hâbe ve tâbiîne ait her türlü haberi ifade etmek üzere "eser" kelimesi de kul¬lanılmıştır.
Hadis usûlüne göre yukarda geçen ıstılahların manaları
Merfû: 1. Senedi nasıl olursa olsun, Rasûlullah’a (s.a.v.) sarâhaten veya hükmen nisbet edilen hadis demektir. Sened ve metnin, özelliklerine göre çeşitli isimler alır ve mutlak olarak hadîs denince merfû hadis anlaşılır. 2. Mürsel mukabilinde kullanıldığında muttasıl manası kastedilir. Merfû hadîs, sened ve metninin durumuna göre sahih, hasen ve zaif olabilir.
Mevkuf: 1. Sahâbenin söz, fiil ve takrirleri demektir. Bu ıstılah mukayyed olarak, sonraki nesillerden birinin söz ve fiilleri için de kullanılır. Mevzu hadislerle ilgili kitaplarda ise, zaman-zaman hadîsin merfû olabileceğini ihsâs için kullanılır. Buralarda kesin sahâbî sözleri “Min kelâmi fülân” şeklinde verilir. 2. Senedi sahâbîde kalan, öteye geçmeyen hadis manasınadır. Bu durumda hadîsin merfû olma ihtimâli söz konusudur. 3. Kabul mü red mi edileceği hususunda hüküm verilemeyen hadîs demektir.
Maktu: 1. Tâbiûn ve sonrakilerin sözleri, fiilleri demektir. 2. Senedi tâbiînden bir zata kadar varıp öteye geçmeyen, tâbiînde kalan hadîstir. Senedinde râvî atlanmış olan hadis manasında da kullanılır.
Haber: 1. Rasûlullah’tan (s.a.v.), ashâbından, tâbiûndan gelen her türlü bilgi, rivayet; yani merfû, mevkuf, maktû hadis karşılığı… 2. Ashâb ve tâbiûndan gelen her türlü bilgi, rivayet. (Mevkûf, Maktû hadis karşılığı)… 3. Yalnız Rasûlullah’tan (s.a.v.) gelen her türlü bilgi; Onun söz, fiil ve takrirleri… Hususi manasıyla hadis karşılığı. Bu kullanış Horasan fakihlerinin bir kısmının ıstılahıdır. Bu durumda Ashâb ve Tâbiûndan gelen rivayetler, “eser” isimini alır.
Eser: 1. Rasûlullah (s.a.v.), sahâbe ve tâbiûnun söz, fiil ve takrirleridir. Merfû, mevkûf, maktû hadis mürâdifidir. 2. Sahâbe ve tâbiûnun söz, fiil ve takrirlerine denir. Meselâ: Abdullah ibn Ömer’in (r.anhuma) eseri olan, “İnsan, göğsü tırmalayan (gönlü rahatsız eden) şeyleri terk etmedikçe takvânın hakikatine ulaşamaz” sözü.. [Bkz. Buhari, Sahih, İman, 1]
***
“Hadîs” ile "Sünnet"in şumûlü mevzuunda farklı görüşler bulunmakla beraber, bu iki tabirin/mefhumun müterâdif (eşanlamlı) olarak Rasûlullah’ın (s.a.v.) söz, fiil ve takrir¬leri için kullanılması özellikle hadis âlimleri arasında daha fazla kabul görmüş¬tür.
Ayrıca Hadis ile Sünnet’in çerçevesini daha da genişleterek Rasûlullah’ın (s.a.v.) ahlâkını, şemâilini, peygamberlikten önce söylediklerini ve yaptıkla¬rını da bu çerçeve içine alanlar da olmuştur. [Kâtip Çelebi, Keşfü'z-Zunûn, 1, 635-636]
Bunun yanı sıra Hadîs’in; Rasûlullah (s.a.v.) tarafından vaz' edilen sözlü tebliğler (mesajlar-bildiriler-haberler) olduğunu, sünnetin ise bazen bu sözlü tebliğlerin kendisi ve bazen de bu sözlü tebliğlerden istinbat edilen hükümler olduğunu belirtenler de bulunmuştur.
***
Hadîs ile Sünnet arasındaki fark
Hadisin kelime ve ıstılah manaları hakkında yukarıda bilgi vermiş idik. O bakımdan Hadîs’in biraz farklı yönlerine temas edelim. Sonra da Sünnet’i açıklamaya ve aralarındaki -ilmî açıdan belirlenen- nüansı görmeye çalışalım.
1. Hadîs; Rasûlullah’ı (s.a.v.) dinleyen sahâbîden başlayarak onu rivayet edenlerin adlarının yazılı olduğu sened ile Rasûl-i Ekrem’in söz, fiil veya takrîrinin yazıldığı metin'den meydana gelir. Yani hadîs deyince, sened ve metinden oluşan bir yazılı yapı anlaşılır.
Velhasıl; hadis âlimleri arasında daha fazla kabul edilen görüşe nazaran Hadîs; Rasûlullah’ın (s.a.v.) sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarından oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş şeklidir. Bu mânâda Hadîs, Sünnet ile müterâdiftir (eşmânâlıdır).
Nitekim Hadîs kelimesi zamanla, Rasûlullah’tan (s.a.v.) rivâyet edilen haberlerin umumi / genel adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kelime, bizzat Rasûlullah (s.a.v.) tarafından da, bu manada kullanılmıştır. Buhârî'de yeralan bir hadîse göre Ebû Hüreyre (r.a.), "Yâ Rasûlullah, kıyâmet günü şefâatine nâil olacak en mes’ud/en mutlu insan kimdir?" diye sorar. Nebî (s.a.v.) şöyle cevap verir: "Senin ‘hadîs’e karşı olan iştiyakını bildiğim için, bu hadîs hakkında herkesten önce senin soru soracağını tahmin etmiştim. Kıyâmet günü şefâatime nâil olacak en mutlu insan, ‘Lâ ilâhe illâllah’ diyen kimsedir." [Buhârî, Sahih, İlim, 33]
Hadîs İlmi iki ana bölüme ayrılır:
a) Rivâyetü'l-hadîs ilmi: Rasûlullah Efendimizin sözü, fiili, takriri, halleri ve bunların rivayet ve zabt edilişi ile alakalı bir bilim dalıdır. Hadis metinlerini ihtiva eden kitaplar, bu dala ait kaynaklardır. Bu ilim dalı "hadis naklinde hatadan uzak kalma" temeli üzerinde yapılmış çalışmaları yansıtır.
b) Dirâyetü'l-hadîs ilmi: Hadis Istılahları İlmi diye de anılır. Hadisin yapısını meydana getiren sened ve metni anlamaya imkan veren birtakım kaideler ilmidir. Bu kaideler yardımıyla bir hadisi kabul veya reddetmek mümkün olur. Hadis usûlü ile ilgili eserler bu ilmin kaynaklarıdır. Bu ilmin hedefi, Rasûlullah Efendimizin hadislerini başka sözlerle karıştırılmaktan, değiştirilmekten, bozulmaktan ve iftiraya uğramaktan ilmî yollarla korumaktır. Rasûlullah’a (s.a.v.) nisbet edilen sözün gerçekten ona ait olup olmadığı bu ilmin kaideleriyle anlaşılır.
Hadis ilminin gayesi, rivayetlerin sahih ve doğru olanlarını sahih ve doğru olmayanlarından ayırmaktır. Bir başka ifade ile Rasûlullah’ın (s.a.v.) söylemediği bir sözü ona söyletmemek, yapmadığı bir işi ona yaptırmamak, yani sünneti aslî berraklığı içinde korumaktır.
Her iki dalıyla birlikte hadis ilminin gelişmesi, "Rasûlullah’a yalan isnad etmeme dikkati" ve "tebliğ vazifesi"nin yerine getirilmesi sayesinde gerçekleşmiştir. Bu mevzuda ilk ve en değerli gayret, Sevgili Peygamberimiz'in (s.a.v.) en hayırlı nesil olarak takdir ve takdim buyurduğu ashab-ı kiram'a aittir. Rivâyetü'l-hadîs ilminin kurucuları oldukları gibi, dirâyetü'l-hadîs ilminin temellerini atanlar da onlardır (r.anhum ecmain).
2. Sünnet: Lûgatte yol demektir. Yolun iyisine de kötüsüne de sünnet denir. Mücerred (yalın) halde söylendiği zaman "güzel yol" anlamındadır. Kur'an-ı Kerîm'de bu kelime, devamlı âdet, kainatın düzeninde geçerli olan ilahi/tabiî kanunlar, gidilen yol gibi manalarda gelmiştir. Bir de “sünnetullah” tabiri vardır. Bu, Allah'ın koyduğu kanunlar-kaideler, toplumların hayatlarında görülen ilerleme-gerileme ve hatta yok olmada geçerli olan ilahî kanunlar demektir.
Istılah olarak Sünnet; söz, fiil ve takrirleri ile Rasûlullah’ın (s.a.v.) İslam'ı yaşayarak tefsiri/açıklaması demektir. Bu manada sünnet, hadisten daha şumûllüdür. Nitekim "Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu şaşırmazsınız: Allah'ın kitabı ve Resülü'nün sünneti.." [İmam Mâlik, Muvatta, Kader, 3; el-Hâkim, el-Müstedrek, 1, 93] hadisinde bu mana açıkça görülmektedir. Rasûlullah Efendimize nisbet edilen her şeyin yazılı metni manasında hadîs, günümüzde sünnet yerine de kullanılmaktadır. Artık bugün hadîs deyince sünnet, sünnet deyince hadîs anlaşılmaktadır. Sünnetin cem’îsi sünen olduğu gibi, Rasûlullah’ın (s.a.v.) söz, fiil ve takrirlerine ait hadîsleri ihtiva eden kitaplardan bir kısmının adı da Sünen'dir.
Başlangıçta hadîs’in, Rasûlullah Efendimizin sözlerini; sünnetin ise, fiil ve uygulamalarını ifade etmek için kullanılması, hadîsi sünnet’ten ayrı düşünmek için yeterli değildir. Bu birlik, sünnete, kendine ait olmayan bir unsuru yamamak, ona kendisinden olmayan bir şeyi katmak manasına asla gelmez. Bu yöndeki müsteşrik/oryantalist iddialarına kulak asmamak gerekir. Zaten sünnet, sadece hadis kitaplarında gördüğümüz hadis metinleri değil, asıl itibariyle onların ifade ettiği manalar b.ütünüdür.
Sünnet, Kur'an'ın açıklayıcısı olduğu için Kur'an-ı Kerîm'den hemen sonraki ikinci delildir. Kur'an, vahy-i metluv yani okunan, kıraat edilen vahydir. Sünnet de vahy-i gayr-i metluv’dur. Vahy-i gayr-i metlüv, okunmayan vahiy demektir. Bundan maksat, Rasûlullah’ın (s.a.v.) Kur'ân’ın dışında aldığı vahiydir. Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) Kur'ân’ın haricinde de vahiy aldığına dair, âyet ve hadislerden bir çok delil vardır. Bakara sûresinin 144, Tahrîm sûresinin 3, Necm sûresinin 3-4, Nisâ sûresinin 113, Ahzâb sûresinin 34. Âyetleri… Cibrîl hadisi diye meşhur olan hadis [Ebû Dâvûd, Kader, 17] buna delildir. Cebrâîl (a.s.), Kur'ân için indiği gibi sünnet için de iniyordu. [Tecrid-i Sarih, II, 460-464] Rasûl-i Zîşân Efendimiz (s.a.v.), "Bana Kur'ân ve onun gibi bir misli verildi" demiştir. [Ebû Dâvûd, Sünen, Sünnet, 6; İmam Ahmed, Müsned, IV, 131]
Hadis kitaplarımız, rivayet olunan vahiy demek olan Sünnet’in yazılı belgeleri ile doludur. Bu belgelerin, mahiyetlerine göre farklı ve hususi/özel tabirlerle ifade edilmesi ve değişik hükümlere bağlanması ilmî bir meseledir. Bu keyfiyet ve ıstılahları (terimleri) Hadis Usûlü İlmi tayin ve tesbit etmektedir. Daha geniş bilgi için oralara müracaat edilebilir.
Hadis-Sünnet, Hukuk fakültesi, Türk hukuk tarihi dersi, hadisle sünnet hakkında malumat, el-Ehâdîsu'l-kavliyye, el-Ehâdîsu'1-fi'liyye, el-Ehâdîsu't-takrîriyye, sahabe ve tabiinin söz ve davranışları,