Borsa
Hocam borsada hisse senedi alım satımının caiz olup olmadığı konusunda bilgi verebilir misiniz?
Değerli kardeşim;
İktisadi münasebetlerin, ekonomik faaliyetlerin, ticarî ilişkilerin yoğunlaşıp sermaye piyasasının önem kazandığı günümüzde hisse senetleri, sermaye piyasasının en önemli aracı haline gelmiş ve bir ortaklık belgesi olarak değil de, bağımsız bir mal olarak alınıp satılmaya başlanmıştır. Bu manada günümüzde borsanın temelini oluşturan hisse senedi alım-satımına iki farklı yönden bakmak gerekiyor:
1. İmâl edilmesi, ticarî hizmeti câiz olan şeylerle meşgul bulunan bir şirketin hisse senedini alarak ona ortak olmak... Şüphesiz bu tasarruf caizdir. Alan kişi, şirketin malvarlığına hissesi nisbetinde ortak olur, kâr ve zararına katılır, dilediği zaman da hissesini başkasına satabilir. Piyasada bu tip holdinglerin sayısı da oldukça fazladır.
Kısacası, hisse senetlerinin kâr ve zarara iştirak etmesi sebebiyle esas olarak helaldir. Fakat şer’i hükmü, bunu çıkaran şirketin ticari işlem ve amacının meşru oluşuyla yakından ilgilidir.
O bakımdan bir şirket; faiz, içki imali ve ticareti, karaborsacılık, hile-hud’a, yalan-dolan, sahtecilik, aldatma gibi dinen haram vasıtalarla kazanç sağlaması halinde, o şirketin hisse senetlerini alıp satmak ve bundan gelir elde etmek haram ve günaha iştirak olur ki, caiz olmaz.
Burada şunu da ifade edelim; faaliyet alanı haram işlemler yapmak, dinen yasak hizmet ve mal üretiminde bulunmak olmamakla birlikte, bazı haram işlemlere taraf olması sebebiyle şirketin kârına haram kazanç karışmış olması halleri de söz konusu olabilir. Bu durumda pay sahiplerinin, bu miktarı yaklaşık olarak hesaplayıp kendisinin hayır ve hasenat niyeti ile olmaksızın ve toplum hakkı olduğu inancı ile hayır yolunda harcaması tavsiye edilir.
Evet, çağımızın getirdiği fıkhî problemlerden biri olan borsa ve hisse senetleri alım-satımı genel manada caizdir. Ancak hisse senedi alınacak olan şirketin, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, İslâm’ın haram kıldığı içki veya domuz eti gibi mamullerin imalatını veya satımını yapmaması gerekiyor.
2. Ait olduğu iktisadî değerden bağımsız değer kazanıp kaybeden bir hisse senedini eldeki parayı değerlendirmek, değerini korumak, iniş çıkışları gözeterek para kazanmak maksadıyla alıp satmak ki, borsadaki alış-verişler daha çok bu ikinci maksada yöneliktir. Bu manada borsaya yatırım yapmak tam olarak değilse de, biraz kumara-piyangoya benziyor. Gerçek değerin üstünde ve dışında kâğıtların pahalanıp ucuzlamasına sebep oluyor. Ekonomiye ve üretime önemli bir katkısı olmaksızın paralar kazanılıyor ve kaybediliyor. İşte bu bakımdan borsada soruda -o piyasadakilerin deyimiyle- "oynamayı" her yönüyle makbul bir ticaret olarak değerlendirmek çok zor. Bu sebeple; İMKB'de hisse senedi alıp satmanın İslâmî esaslara uygun olup olmadığına dair kararı, şu hususlara uygun olup olmadığına bakarak vermemiz gerekiyor:
a) Doğrudan faiz muamelesi yapan şirketlerin hisse senetlerini almak haramdır, bunda ihtilaf yoktur. Bankalar, bankerlik ve tefecilik kuruluşları gibi…
b) Şer'an mütekavvim yani alınıp satılması helâl sayılmayan şeylerin üretim ve alım-satımıyla uğraşan şirketlerin hisse senedini almak da aynıdır; şarap, bira vb. şeyler üreten kuruluşlar gibi...
c) Mütekavvim, yani alınıp satılması helâl olan mal üretmekle beraber, bizzat ortak olunan o malı faizli muamelerlerle satan ve faiz sebebiyle elde ettiği kârı diğerine karışan ve toplam kârının yarısı ve daha fazlası olan şirketlere hisse senediyle ortak olmak da haramdır.
d) Ortak olunan şey helâl bir üretim olmakla beraber şirketi elinde bulunduran Müslümanlar başka haram işlerle de uğraşıyorlarsa, onlardan hisse senedi almak suretiyle onları desteklemek ise, "günahta yardımlaşma" anlamı taşır ki, bu da Kur’an-ı Kerim'de yasaklanmıştır.
e) Yahudi ve Hıristiyanların hâkim olduğu şirketlerden hisse senedi almak, başka hiç bir mahzur yoksa en azından mekruhtur. Fıkıh kitaplarımıza bakıldığında; komünist, mason ve ateistlerin hakimiyetinde bulunan şirketlerden hisse senedi almak caiz değildir gibi bir sonuç çıkarılabilir.
f) Satın alınan hissenin, fabrikanın bütününe/tamamına nisbeti yani kaçta kaçından ibaret olduğunu bilmek lazımdır.
g) Mal olması gerekir. Sermayesi olmayan vücuh-kredi şirketi gibi, bir müesesenin hisselerini satın almak caiz değildir.
h) Aslında helâl olan fakat İslâm'a uygun olarak çalıştırılmayan bir fabrikanın hisse senetlerine sahip olan birisinden, alacağını tahsil edebilmek için, bu kişinin hisse senetlerini almak caizdir. Ancak; bu hisseleri bir an evvel elden çıkarıp satmak ve bu arada hissesine bir kâr düşerse, onu da âmme maslahatına veya fakirlere vermesi gerekir.
ı) İdaresine Müslümanların hâkim olduğu, haramla iştigal etmeyen, daha şeffaf olup satıma mevzu olan şirket varlığını, dolayısı ile satılan senede düşen hisseyi açıkça bildiren, senetleri isme muharrer olup, ortaklıktan vazgeçmek isteyenlere bu imkânı sağlayan şirketlerin hisse senetlerini almak ittifakla caizdir. Ve bu Müslüman işadamları, İslâmî teşebbüsler ve helâl sermaye için son derece önemli bir mevzudur. Çünkü, işaret ettiğimiz gibi, hisse senetleri, İslâm'a göre en büyük haramlardan olan faizin şu andaki en önemli alternatifi, işletme ve yatırım sermayesi temini için en kestirme yoldur. Müslümanlar bunu haram unsurlardan uzaklaştırarak uygulayabilseler, helâl temellere oturmuş, millete hizmeti ibadet bilen çok büyük işletmelerin doğmasına ve faizin belinin kırılmasına vesile olabilirler.
Velhasıl; belli şartlar dahilinde, şirketlerin hisse senetlerini alıp satmak caizdir. Ancak, bugün borsanın yapılanması ve işleyişi, doğru esaslara göre olmadığından haksız kazanca bütünüyle açıktır. Bu itibarla günümüz şartlarında ihtiyaten borsadan hisse alım satımı yapmamak ticari bakımdan da dinî açıdan da daha doğru ve daha isabetli yoldur, takvaya uygun olan budur.
***
Ayrıca bu meseleyle ilgili Diyanet’in de geniş-şumûllü ve tatminkâr bir çalışması var. Aşağıya aynen iktibas ediyorum. Ona da bakmanız faydalı olur.
“Batı kökenli bir terim olan borsa, “devletin kurduğu ve denetlediği özel hukuk kuralları içinde tarafların karşı karşıya gelip ticarî değere sahip malların alım satımını yaptıkları kurum, devamlılığı bulunan pazar yeri” olarak tanımlanır. Borsa önceleri ticaret ve sanayi borsaları, tarım ürünleri borsaları, altın borsası şeklinde doğup gelişmiş ise de günümüzde hisse senetlerinin, tahvil, hazine bonosu ve kambiyo belgeleri gibi kıymetli evrakın alınıp satıldığı “menkul kıymetler borsası” ön plana çıkmıştır. Borsa denince de artık bu son tür anlaşılmaya başlanmıştır.
Tahvil, hazine bonosu gibi faizli borç senedi mahiyetindeki kıymetli evrakın alım satımı, bunları ister devlet isterse hususi şahıs ve şirketler çıkarsın, faizle borç alıp verme niteliğinde olduğundan câiz görülmez.
Dövize endeksli tahviller ve borç senetleri için de durum aynıdır.
Şirketlere ortaklığı temsil eden hisse senetlerine ve şirketlerin kâr ve zararına ortaklığı ifade eden kâr-zarar ortaklığı belgelerine gelince durum farklıdır. İktisadî ilişkilerin yoğunlaşıp sermaye piyasasının önem kazandığı günümüzde, hisse senetleri, sermaye piyasasının en önemli aracı haline gelmiş ve bir ortaklık belgesi olarak değil de bağımsız bir mal olarak alınıp satılmaya başlanmıştır. Yine kâr getiren bazı tesisler devlet tarafından kâr ortaklığı yoluyla halka açılmış, böylece faizden kaçınan kesimin birikimleri de devreye sokularak toplanan sermaye ile yeni iş sahalarına ve yatırımlara yönelme imkânı bulunmuştur. Ancak bu gelişmeler, bu tür kıymetli evrakın alım satımının fıkhî hükmüyle ilgili bazı farklı yaklaşımları da gündeme getirmiştir.
Türk Ticaret Hukukunda menkul kıymetler, belgede yer alan hakkın niteliğine göre alacak senetleri ve ortaklık senetleri şeklinde iki ana gruba ayrılabilir. Bir para borcunu ve alacağını temsil eden tahviller, kâr ve zarar ortaklığı belgeleri, finansman bonoları ve gelir ortaklığı senetleri mahiyeti itibariyle para ve alacak senetleridir. Buna karşılık malî hakların yanı sıra yönetime katılma gibi hakları da sağlayan ve gerçek bir ortaklık ilişkisi kuran hisse senedi ise, ortaklık senetleri grubunun tipik örneğidir. Öte yandan menkul kıymetlerin, sağladığı gelirin özelliğine göre, sabit gelirli ve değişken gelirli senetler şeklinde ikiye ayrılması da mümkündür. Tahviller sabit gelirli; hisse senetleri, kâr ve zarar ortaklığı belgeleri, gelir ortaklığı senetleri ise değişken gelirli senetlerdir.
Ortaklık senedi ve değişken gelirli senet mahiyetinde olan hisse senetleri, Türk hukukunda anonim ve paylı komandit şirketlerde payları temsil eden bir kıymetli evraktır. En önemli fonksiyonu da payı temsil etmesidir. Hisse senetlerinin bir başka özelliği de payı tedavül ettirebilmesidir. Hisse senetleri, ortaklığın sermayesinin belli bir payını temsil ettiğinden itibarî kıymete sahiptir; borsada alınıp satılabilen birer kıymetli evraktır; hatta borsanın en önemli araçlarından biridir. Hisse senedinin piyasa/borsa değeri ise, çeşitli faktörlere bağlı olarak itibarî değerinin altında veya üstünde olabilir. Hisse senetleri, nâma yazılı veya hamiline yazılı şeklinde ikiye ayrılabildiği gibi âdi ve imtiyazlı hisse senetleri şeklinde de ikiye ayrılabilir. Hisse senedi, sahibine malî haklar ve yönetime ilişkin haklar sağlar. Malî hakların başında, kâr payı alma hakkı, rüchan hakkı, bedelsiz pay alma hakkı, tasfiye payı hakkı vb. gelmektedir.
Kanunlar, geniş halk kitlelerinin yatırımlara iştirakini sağlamak için ortaklıkların hisse senedi arzına belli şartlarda izin vermekte, hisse senedinin iki taraf için de güvenli bir finans ve gelir aracı olmasını sağlayıcı birtakım tedbirler almaya çalışmaktadır.
Günümüzdeki yoğun ticarî ilişkilerin ve iktisadî faaliyetlerin borsayla, bankayla ve faizle sıkı ilişkisi ve iç içe olması, haklı olarak müslümanların bu tür gelişmelere kaygıyla bakmasına yol açmakta, bu arada anonim şirketlerin ve hisse senetlerinin şer‘î hükmü konusunda farklı yaklaşımlara ve yorumlara sebep olmaktadır. Sermaye piyasasının kuruluş aşamasında olduğu, devlet denetiminde ve yasal düzenlemelerde de boşlukların bulunduğu toplumlarda ve dönemlerde bu tereddüt ve kaygılar haklı olarak daha da artmaktadır. Ancak teorik çerçevede kalarak ifade etmek gerekirse tahvil, genelde sahibine önceden belirlenen miktarda sabit bir faiz geliri temin eden bir borç senedi ve ödünç işlemi olduğundan kural olarak faizli işlem sayılır. Bu yüzden de getirisi ne oranda olursa olsun, tahvilden bir yatırım aracı olarak yarar-lanmanın dinen câiz olmadığında görüş birliği vardır.
Hisse senetleri ise, şirketin kârına göre getirisi değişen bir ortaklık senedi olduğundan, mahiyeti itibariyle tahvilden farklıdır. Hisse senetlerinin şer‘î durumu ve hükmü konusunda, çağdaş İslâm bilginlerinden çok azı konuyu özel bir araştırmaya tâbi tutarak fikir beyan etmiştir. Bir kısmı, hisse senedinin ihracının ve alım satımının câiz olmadığı, çoğunluk ise cevazı yönünde görüş belirtmiştir.
Çağımız müslüman iktisatçılarından bir kısmı, Batı’dan alınan çağdaş şirketlerin ve özellikle sermaye şirketlerinin, bu arada hisse senetlerinin de Batı’nın kapitalist ve sömürgeci bakış açısını ve değerlerini yansıttığını, İslâm hukukunun şirketlerle ilgili yerleşik form ve kurallarına uymadığını ileri sürmekte ve şer‘an câiz olmadığını, bu şirketlerle yapılacak muamelelerin bâtıl olacağını, dolayısıyla kârının helâl olmayacağını ifade etmekte, netice itibariyle de hisse senetlerini câiz görmemektedir. Gerekçe olarak da, yukarıda aktarılanlara ilâve olarak, hisse senedinin piyasa değerinin birçok faktöre bağlı olarak değiştiğini ve şirket varlığından ayrılarak müstakil bir kıymet kazandığını, şirketlerin mal varlığında helâl ve haramın, faiz ve gayri meşrû kazancın iç içe olduğunu ileri sürmektedir.
Bu konuda görüşünü açıklayan çağdaş İslâm bilginlerinin ve yazarlarının çoğunluğu, hisse senedinin, kâr ve zararı ile birlikte şirketin mal varlığına ortaklığı temsil ettiği düşüncesinden hareketle kural olarak hisse senedi alım satımını câiz görmekte, hisse senedinin sağlayacağı hakları ve bu hakların kullanım şeklini kanun ve anlaşmaların belirleyeceğini ifade etmektedirler. Bu grup ilim adamları arasında Muhammed Ebû Zehre, M. Yûsuf Mûsâ, Mahmûd Şeltût, Abdülvehhâb Hallâf, Ali el-Hafîf, Abdurrahman Hasan gibi isimler başta gelmektedir.
Hisse senedinin ihracının ve alınıp satılmasının fıkıh kuralları açısından da câiz olduğunu ifade eden müslüman âlimlerin dayandıkları gerekçeler şu şekilde özetlenebilir: Şirket, sermayesini belli hisselere ayırmakta ve isteyen bu hisselere sahip olmaktadır. Hisseler şirkete tâbi olarak kâr ve zarara açıktır. Hisse senedine dayalı şirket nevi, klasik doktrinde “mudârebe” adı altında mubah kılınmış olup, mudârebede de kâr ve zarara ortak olma esası vardır. Gerekli şer‘î şartları taşıyan bir şirkete bu şekilde hisse senedi alarak ortak olmanın cevazında şüphe yoktur. Hatta, Batı’nın ticaret hukukundan alınan anonim şirketlerin ana hatlarıyla İslâm fıkhındaki şirket türleri içinde mütalaa edilebileceği, dinin temel ilke ve kurallarından biri ile çatışmadığı sürece, ihtiyaç ve kalkınma sonucu ortaya çıkan ve kamu yararına yönelik olan bu nevi gelişmelerin alınmasında dinî bir sakıncanın bulunmadığı da açıktır.
Günümüz İslâm bilginlerinin çoğunluğu hisse senedi alım satımını kural olarak câiz ve bu yolla elde edilecek kazancı helâl saymakla birlikte, konuyu değişik yönleri ile inceleyen yazarlar, şirketin dinen câiz olmayan alanda faaliyet göstermemesi gerektiği kaydına önemle işaret etmekte, anonim şirketlerin işleyişindeki bazı aksaklıklara ve haksızlıklara dikkat çekmekte, itibarî kıymetinden daha düşük bedelle hisse senedi ihracına, imtiyazlı hisse senetlerine, belli mağduriyetlere sebep olmaları açılarından itiraz etmektedirler. Ancak anonim şirketin ve hisse senedinin tabiatının gereği olmayan bu olumsuz gelişmeler, sermaye piyasasını şâibe altında bırakan spekülatif hareketler haliyle anonim şirketin ve hisse senedinin cevazını doğrudan etkilemez. Hisse senetlerinin bir ortaklık belgesi olarak değil de bağımsız bir mal şeklinde alınıp satılmasının câiz olmadığı tezi de doğru değildir. Mubah ve câiz oluş asıl olduğundan, kendi başına bir mal haline gelmiş, alım satımıyla kâr hesaplanan bir hisse senedinin cevazını engelleyen güçlü bir gerekçe mevcut değildir.
İslâm Konferansı Teşkilâtı’na bağlı İslâm Fıkıh Akademisi’nin girişimiyle 1988 yılında Rabat’ta toplanan Borsa Semineri’nin sonuç bildirisinde ve adı geçen akademinin 1992 yılında Cidde’de yapılan VII. Dönem Toplantısı’nda hisse senetlerinin kâr ve zarara iştirak etmesi sebebiyle kural olarak helâl olduğu, fakat şer‘î hükmünün bunu çıkaran şirketin ticarî işlem ve amaçlarının meşrû oluşuyla yakından ilgili bulunduğu belirtilmiştir.
Şirketin faiz, içki imali ve ticareti, karaborsacılık, hile, yalan ve aldatma gibi dinen haram vasıtalarla kazanç sağlaması halinde hisse senetlerini alıp satmanın ve bundan gelir elde etmenin haram ve mâsiyete iştirak etmek olduğundan câiz olmayacağı bildirilmiş, esasen faaliyet alanı haram işlemler yapma, dinen yasak hizmet ve mal üretiminde bulunma olmamakla beraber, bazı haram işlemlere taraf olması sebebiyle şirketin kârına haram kazanç karışmış olması hallerinde ise, pay sahiplerinin bu miktarı yaklaşık olarak hesaplayıp kendisinin hayır ve hasenat niyeti ile olmaksızın ve toplum hakkı olduğu inancı ile hayır yolunda harcaması tavsiye edilmiştir.
Daha önce de değişik vesilelerle ifade edildiği gibi, İslâm borçlar ve ticaret hukukunda tarafları beklenmedik zarar ve mağduriyetlere iten her türlü bilinmezlik, kapalılık ve risk mümkün olduğunca önlenmeye çalışılmış, açıklık, dürüstlük ve güvenin hâkim olacağı bir borç ilişkisi ve ticarî hayat kurulmaya çalışılmıştır. Buna karşılık, özellikle sermaye piyasasının belirli bir düzen ve istikrara kavuşmadığı, günlük siyasî kararlarla ve baskı gruplarının müdahaleleriyle kolayca yön değiştirebildiği ve büyük çapta değişikliklerin yaşandığı, spekülatif müdahalelerin ve sunî fiyat oluşumlarının iyi niyetli yatırımcıları mağdur ettiği toplumlarda borsa bir tür kumar ve risk ticareti görünümünü alabilmektedir. Bu durumda İslâm’ın yukarıda zikredilen güven ve açıklığı sağlamaya yönelik ilke ve kurallarının gerçekleştiği söylenemez. Bu itibarla, tıpkı şirketin gayri meşrû alanda faaliyet göstermesinin, çıkaracağı hisse senedi ticaretinin hükmünü etkilediği gibi, sermaye piyasasında hâkim olan bu risk ve kargaşa ortamı da hisse senedinin hükmünü geçici olarak etkileyebilir. Fakat bu giderilmesi ve önlem alınması gereken geçici bir durum olup hisse senedinin aslen câiz olduğu hükmünü değiştirmez.
Halkın elinde bulunan küçük çaptaki tasarrufların birleşerek güçlü bir finans kaynağı teşkil etmesi ve yatırıma yönelmesi ülke ekonomileri için ne kadar yararlıysa, müslümanların İslâm’ın öngördüğü ilkeler ve sakındırdığı yasakları dikkate alan, meşrû alanda ve meşrû tarzda faaliyet gösteren borsayı ve ticarî organizasyonları kurmaya ve desteklemeye yönelmeleri de o derece önemlidir. Dinî hassasiyetini yitirmemiş kimselerin gösterebileceği bu tepki ve iş birliği, sermaye piyasasında güven, dürüstlük ve istikrarın ödüllendirilmesi anlamına da geleceği için, bu tavrın neticede ülke ekonomisine önemli ölçüde yarar sağlayacağı açıktır.”
hisse senedi, borsa, Tahvil, hazine bonosu, alım satımı, caiz olup olmadığı, menkul kıymetler borsası,