Kuran-ı Kerim: Kelâm-ı nefsî, kelâm-ı lafzî
hocam dün soru sormuştum ikinci soruya cecap vermeyi unutmuşsunuz sorum : kuran-kerim ezeli ve ebedimidir ikinci sorum:benim cep telefonumda çeşitli müzikler var müzik sözlerinin içinde kabem sensin, sen gönlümde kabesin,kader zalim, birlikte yazdık kaderimizi, kader yere batsın gibi imana zarar veren sözler var yani müzik sözlerinden imana zarar veren sözleri tasdik etmemek şartıyla ara sıra hüznü gidermek için söylemek veya dinlemek imana zarar verirmi?yardımcı olduğun ve olacağın için teşekkürler allah razı olsun.
Evet, ikinci soru gözümüzden kaçmış. Sağlık olsun. Akaid okuduysanız, zaten bilmediğiniz şeyler olduğunu sanmıyorum. Ama umumun / genelin istifadesi için vaktimizin müsaadesi nisbetinde cevaplamaya çalışalım.
1) Allah Teala’nın Mütekellim ve Kur’an-ı Kerim’in de O’nun kelâmı olduğunda bütün İslâm mezhepleri görüş birliği içindedirler. Ancak Kur’an’ın kelâm sıfatı gibi kadîm (ezelî) mi, yoksa mahlûk (yaratılmış) ve hâdis (sonradan olma) mi olduğu hususunda çok farklı görüşler öne sürülmüş, çok şiddetli münakaşalar olmuştur.
Bu mevzudaki belli başlı görüşler Selef, Mu’tezile ve Ehl-i Sünnet’e yani Eşâire ve Mâturidiyye’ye aittir.
Selef’e göre Kur’an Allah’ın kelâmıdır ve mahlûk değildir. Allah (c.c.) ile kaimdir ve O’ndan ayrı değildir. Kur’an ne yalnız mânâ, ne de sadece harflerden ibarettir; her ikisinin toplamından oluşur. Hz. Allah harflerle konuşur, harfler de mahlûk değildir. Kulun okuyuşu, sesi ve okuma fiili yaratılmıştır; Allah celle celûluhu ile kaim değildir. Fakat dinlenilen Kur’an mahlûk değildir, Allah Teala ile kaimdir, O’nun kelâmı Cibrîl aleyhisselâm vasıtasıyla inzâl olunan mânânın hikâyesi değil, ibaresidir.
Selef’in benimsediği anlayışın tam karşısında Mu’tezile’nin görüşleri yer alır. Mu’tezile’ye göre Kur’an; ses, harf, âyet, sûre vb.’lerinden oluşmakta; te’lif, tanzim, tenzîl, inzâl gibi hudûs (sonradan olma) mahiyetleri taşımaktadır. Bu sebeple kadîm değil, mahlûktur. Allah Teala’nın konuşması, Mütekellim olması, kelâmı belli bir mahalde, Meselâ Cebrâil’de, peygamberlerde, Levh-i Mâhfuz’da, insanın okuyuşunda yaratmasıdır. Kur’an’ın kadîm (ezelî) olması, Allah’ın (c.c.) zâtı ile birlikte ikinci bir kadîmin daha bulunması demektir. Bu da tevhide ters düşer.
Ehl-i Sünnet yani Eş’arî ve Maturîdî kelâmcılar ise, Selef ile Mu’tezile arasında bir yol takip etmişler; kelâmı, “nefsî” ve “lâfzî” olmak üzere ikiye ayırmışlardır…
Kelam-ı nefsî (nefsî kelâm), Allah Teala’nın zâtı ile kaim, mahiyetini anlayamayacağımız ezelî bir sıfattır.
Kelâm-ı lâfzî (lâfzî kelâm) ise nefsî kelâma delâlet eden ses ve harflerden oluşan Kur’an’ın lafzıdır. Bu lâfzî kelâm hudûs (sonradan olma) mahiyetleri taşıdığı için ezelî değildir, mahlûktur.
Eş’arî ve Maturîdîler nefsî kelâmın işitilip işitilmemesi hususunda farklı görüşe sahiptirler. Eş’arîlere göre nefsî kelâm işitilebilir; çünkü, var olan bir şeyin işitilmesi de mümkündür. Maturîdîler ise nefsî kelâmın işitilemeyeceği görüşündedirler. En sağlam ve uygun görüş de, her meselede olduğu gibi, kuşkusuz bu hususta da Ehl-i Sünnet’in görüşüdür.
***
Cenab-ı Hak, kelâmının nihayetsizliğini iki ayette sarih bir şekilde açıklamıştır. Bunlardan birinde, zâtını Azîz ve Hakîm olarak isimlendirdikten sonra,
“Eğer yeryüzündeki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa, arkasından yedi deniz daha ona katılsa, Allah’ın sözleri (yazmakla) yine de tükenmez” [Lokman suresi, 27] buyurarak, kelâmının sonu olmadığını bildirmiştir.
Diğer bir ayette ise gene şöyle buyurmuştur: “(Rasûlüm) de ki: Rabbimin sözlerini yazmak için denizler mürekkep olsa ve bir o kadar da ilave etsek (denizlere deniz katsak); Rabbimin sözleri tükenmeden önce denizler tükenirdi.” [Kehf suresi, 109]
***
Bu mevzuda son söz
İtikadî meselelerde müçtehid olan, hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.) hazretleri, bu mesele hakkında dikkat çekici şu açıklamalarda bulunurlar:
“Kur'an'ın mahluk olup olmadığı üzerinde; İmam-ı Azam ve İmam Ebu Yusuf (rahımehumallah) altı ay mübahaseye girmişler (tartışmışlar)dir. Aralarında red ve nakz cereyan etmiş (birbirinin fikirlerini çürütmeler ve geçersiz kılmalar meydana gelmiş)tir. (Bu münzaralar) sonunda, her ikisinin görüşü de şu mânâ üzerinde karar kılmıştır:
‘Kur’an mahluktur, diyen kâfir olur’.
Bu münazaranın uzun sürmesinin sebebi, o zamanda bu meselenin henüz gözden geçirilmemiş olmasından, meselenin hakikatına tam olarak ulaşılamadığındandır. Şu anda, fikirlerin birikim ve katılımı ile meselenin derinliğine inilip hakikati bulunmuştur. Bu mânâda deriz ki:
‘Eğer niza mevzuu/tartışma konusu, harfler ve kelâm-ı nefsîye (Allah Teala’nın öz kelâmına) delâlet eden kelimeler ise, bunların hâdis ve mahluk olduklarına şüphe yoktur (sonradan yaratılan mahlûktur). Şayet medlûlât ise, yani kasıt bu harflerin ve kelimelerin delâlet ettiği mânâlar ise, onlar kadîmdir mahlûk değildir.
Meselenin bu şekilde düzenlenmesi, açıklığa kavuşması ise, fikirlerin birikip birleşmesinin bereketi iledir.” [el-Mektubat, 3, 89]
***
2) Telefonunuzda olduğunu söylediğiniz gerek mukaddes sözler-ilahiler-kasideler, gerekse itikadî açıdan imana zarar verebilecek türden müzikler-sözler mahzurdan uzak sayılmaz!
İlkinin, olur olmadık yerlerde çalması ve mukaddesata gereken hürmetin-saygının gösterilememesi tehlikesi açısından…
İkincisinin de, gerçekten isyan kokan ve imana muhalif sözler-müzikler olması dolayısiyle -Allah korusun- insanı imanından etme endişesi bakımından… Her iki tür müziği de telefonlarda kullanmak, İslâmî âdap yönüyle uygun olmaz, yüklememek gerekir. Bu hususta kullanıma uygun olan, telefonun çaldığını gösteren-haber veren basit-nötr şeylerin olmasıdır.
harfler, mana, yeryüzü, ağaçlar, mürekkep, deniz, kalem, Kuran-ı Kerim, ebedi, Kadîm, mu'tezile, Allah’ın kelâmı, Kelâm-ı nefsî, ezelî, kelâm-ı lafzî, ibaresi, mahlûk, selef, Eş’arî ve Maturîdî, yedi deniz, Allah’ın sözleri, tükenmez, İmam-ı Rabbani Ahmed Farukî es-Serhendî (k.s.),