“Makam-ı Mahmûd”
Hocam selamun aleyküm, saygılar.. Ezan duasında Peygamberimiz için Allah’tan istediğimiz Makam-ı Mahmud hakkında bilgi verebilir misiniz? Nedir bu makam? AEO (İsim saklı)
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor:
‘Rasûlüllah’a (s.a.v.), “... Rabb’inin seni, Makam-ı Mahmûd'a (son derece övgüye değer bir makama) göndereceğini ümit edebilirsin.’[İsra suresi, 17/79] ayetinde zikredilen ‘Makam-ı Mahmûd’dan sual edildi. Rasûlüllah (s.a.v.), ‘Bu şefaat'tir’ diye cevap verdi.” [Tirmizi, Sünen, Tefsir, Isra, H. No: 3136]
İbn Ömer’den (r.anhüma) gelen rivayetse şöyledir:
"Rasûlüllah (s.a.v.) buyurdular ki: ‘İnsanlar kıyamet günü cemaatler halinde olacaklar. Her ümmet kendi peygamberini takip edip, ‘Ey falan! Bize şefaat et, ey falan bize şefaat et!’ diyecekler. Sonunda şefaat etme işi bana kalacak. İşte Makam-ı Mahmûd budur." [Buhari, Sahih, Tefsir, Benû İsrail, 11, Zekat 52]
Hasılı ‘Makam-ı Mahmûd’dan murad cumhura/ekseriyete/âlimlerin çoğunluğa göre, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) kıyamet gününde sahip olacağı şefaat makamıdır. Orada öncekiler de sonrakiler de kendisine minnettar olacaklar, yani herkes kendisini manevi bakımdan ona borçlu hissedecektir.
***
‘Livâü’l-Hamd’
Yahut da Celâleyn, Medârik, Beyzâvi, Râzi tefsirlerinde anlatıldığı üzere ‘Makam-ı Mahmûd’, Sevgili Peygamberimize (s.a.v.) ‘Livâü’l-Hamd’ denilen sancağın verileceği makamdır.
İmam Ahmed’in, İbn Mes’ud’dan (r.a.) rivayet ettiği hadis-i şerif şöyledir:
"Rasûlüllah’a (s.a.v.), ‘Makam-ı Mahmûd’ nedir? diye sorulmuştu. Buyurdu ki: ‘Cenab-ı Hakk’ın kürsüsünden ineceği gündür.’ Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), o gün herkesin çırılçıplak, yalın-ayak getirileceğini, evvela İbrahim aleyhisselâma, sonra da kendisine cennet elbiseleri giydirileceğini açıklamanın ardından sözlerine şunu ilave etmiştir: ‘Sonra Allah’ın sağında bir makamda dikileceğim de, orada bana evvelîn ve ahirîn (öncekiler ve sonrakiler) hep imrenecek". İmam Vahidî bu hadisin, Allah’a cisim isnat etmek esasına dayandığı için fasit olduğunu birçok delillerle isbata çalışmışsa da, buna karşı Dârekutnî şu mısralarıyla cevap vermiştir:
‘Hadîsü’ş-şefaati an Ahmede ilâ Ahmede’l-Mustafâ nüsnidühû
Ve câe’l-hadîsü bi-ık’aadihî ale’l-Arşi eyzan velâ nechadühû.’
Şu demek:
Şefaat hadisini İmam ahmed b. Hanbel’den ta Ahmed Mustafa’ya (s.a.v.) isnat (senetleriyle isbat) ediyoruz. Onun yalnız Allah’ın sağında dikileceği hakkında değil, Arş üzerinde oturtulacağına dair de hadis varit olmuştur. Bunu inkâr etmiyoruz ya.’
Nasslardan bu ve benzerleri müteşabihattandır. Bunlar hakkında âlimler iki kısma ayrılmışlardır:
1. Allah’ın noksan sıfatlardan münezzeh olduğunu kesin şekilde ifadeyle birlikte, onlara olduğu gibi iman ve te’vilini Cenab-ı Hakk’a havale edenlerdir ki; bunlar, Selef ve Mütekaddimîn âlimleridir.
2. Onları münasip şekilde te’vil edenler… Bunlar da Müteahhirîn âlimleridir.
İkinci kısım âlimler mesela, Buhari’de Ebu Hüreyre’den (r.a.) rivayet olunan "Gecenin son üçte biri kaldığı zaman Allah semâ-i dünyaya (dünya göğüne) iner" [Buhari, Sahih, Kitabu’d-Deavât, c. 8, s. 71] mealindeki hadiste görülen ‘iner’ kelimesine, ‘Allah’ın emri iner’, ‘Kürsî’ye de ‘Allah’ın ilmi’ ve saire gibi te’villi manalar vermişlerdir.
“Makam-ı Mahmûd”, ‘Bu şefaat'tir’, Bize şefaat et, Sonunda şefaat etme işi bana kalacak, öncekiler de sonrakiler de kendisine minnettar olacaklar, ‘Livâü’l-Hamd’,