Sevmemiz gereken Ehl-i Beyt kimlerdir?
Kur’an-ı Kerim’deki Ehl-i Beyt kavramına girenler yalnızca Âl-i Abâ mıdır, yoksa başkaları da bu sınıfa dahil midir?
Kur'an'da biz mü’minlere, cân-ı gönülden sevmemiz emredilen Ehl-i Beyt kavramına girenler, Şîa’nın/Ca’ferîlerin/Alevîlerin ve diğer bazı mezhep mensuplarının dediği-inandığı gibi sadece ilk maddedeki “Âl-i abâ” değil, sayılan sınıfların tamamıdır. Şöyle ki:
1- Âl-i abâ: Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) bir gün üzerinde bulunan bir abâ'yı (örtüyü, üzerlerine) örttüğü ve Zât-ı âlîleri ileri başta olmak üzere bu örtünün altındaki zevat-ı kiram. Yani Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.), Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan ve Hüseyin (r.anhüm)...
2- Ezvâc-ı tâhirat/Peygamber Efendimizin (s.a.v.) hanımları-annelerimiz (r.anhünne)...
3- Rasûl-i Ekrem'in (s.a.v.) diğer kızları ve onlardan olan torunları...
4- Hz. Ali'nin (r.a.) soyundan gelen sâdât-ı kirâm...
5- Sadaka almaları-yemeleri haram kılınan Hz. Abbas ile onun evlâdı, Hz. Ali'nin kardeşi Akîl ile Cafer ve onların evladı (r.anhüm)...
Bütün bu sınıflar "Ehl-i Beyt" ünvanını haiz, bu rütbenin sahibi bulunmaktadırlar. İstisnasız hepsine karşı sevgi ve saygı beslememiz gerekir.
Kısaca tekrar edecek/toparlayacak olursak; demek ki, Ehl-i Beyt, Şîîlerin / Ca'ferîlerin / Alevîlerin ve sair bazı mezheplere tabi zümrelerin dediği-inandığı gibi sadece Âl-i abâ'dan ibaret olmuyor... Yani yalnızca onları sevip diğerlerine sövmek asla değil. Yukarıda tasnif ettiğimiz beş zümrenin tamamı "Ehl-i Beyt" tarifinin içine dahildirler. Hepsini de sevmemiz, tamamına can-ı gönülden muhabbet ve meveddet beslememiz gerekiyor.
Ayrıca bir hadis-i şeriflerinde Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) "Selman, Ehl-i Beyt olarak bizdendir" buyurarak, Ehl-i Beyt dairesini daha da geniş tutmuşlardır. Nitekim o server-i âlem Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin zahir ve batınlarının hakkıyla-tamamiyle-kemaliyle varisileri bulunan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretleri de, merhum Mehmet Akçelioğlu ile eski müftülerden Ali Erol beyefendileri kendi Ehl-i Beytine dahil etmişlerdir. Rabbim cümlesine muhabbet ve meveddetten, saygı ve hürmetten ayırmasın.
Efdaliyet yani manevi derece itibariyle üstünlük yönündeki farklılıklar ise, tâli derecede kalan bir husustur. Onların hepsinin de Ehl-i Beyt'ten olduğu kesin delillere dayalı bir gerçektir.
***
Ehl-i Beyt'e candan/gönülden bir sevgi beslemeye gelince...
Esteıyzü billâh...
"... قُلْ لَا أَسْأَلُكُمْ عَلَيْهِ أَجْرًا إِلَّا الْمَوَدَّةَ فِي الْقُرْبَىٰ ..."
Meali: "Ben bu (tebliğime) karşı akrabalikta sevgiden başka hiçbir ücret / mükâfat istemiyorum..." [Şûrâ suresi, 23] âyetinin muhtemil bulunduğu/ifade ettiği üç mânâdan biri ile, Ehl-i Beyt'e meveddet/muhabbet/dostluk ve candan sevgi istenilmektedir. [Elmalı'lı, Hak Dini Kur'ân Dili, 5, 4241]
Ayette geçen "el-Kurbâ" kelimesinden kasdolunan zümre, Ehl-i Beyt'tir. Bu lafzı, yalnızca 'Âl-i abâ' ile tefsir edenler, bir hususu dikkatten uzak tutarak isabetsizlik etmişlerdir. Şöyle ki: Bu sûre Mekke'de nazil olmuş... Hz. Fâtıma'nın Aliyyü'l-Murtezâ ile evliliği ise, hicretin ikinci senesinde ve Bedir harbinden sonra vuku bulmuştur. Bu tarihî gerçek ortada dururken, "el-Kurbâ" kelimesinden murad, sadece 'Âl-i abâ'dır demek, yanlışta israr etmek olur. [Tefsiru İbni Kesîr, 4, 112-113]
Nassa/nakle ve akla /ilmî usûl ve esaslara uygun düsen mânâya gelince… "Ben, sizden dünyevî bir menfaat talep etmiyorum. Ancak Ehl-i Beytime sevgi göstermenizi arzu ediyorum. Tâ ki onlardan faydalanma ve irşad olunma yolu devamlı olsun/sürekli kalabilsin. Çünkü onlar, tevhid-i zâtî fıtratı/hılkatı üzerine yaratılmış bulunmaktadırlar". [Tefsir-i Nahcuvanî, 2, 289]
***
Ehl-i Beyt'e sevgi beslememizi telkin eden hadis-i seriflerde de şöyle buyurulmaktadir:
"Yıldızlar, (gökyüzünde) semâ ehli için; Ehl-i Beyt'im de (yeryüzünde) ümmetim için emândır (onlara hidayet rehberi olmakta güvencedir)." [Feyzü'l-Kadir, 6, 297] "Ehl-i Beytimin meseli/örneği, sefine-i Nuh'un benzeridir (Hz. Nuh’un gemisine benzer) . Kim ona (o gemiye) bindi ise, necat buldu/kurtuldu. Kim de muhalefet edip geri durdu (onların yoluna aykırı davrandı) ise boğul(up)helak ol)du". [Feyzu'l-Kadir, 5, 517]
İmam Şâfiî (rh.) şu iki beyti ile hem Ehl-i Beyte muhabbetin lüzumunu ortaya koymuş... Hem de namazlarda onlara salât u selâm okumanın farz olduğu ictihadında bulunmuştur:
"Yâ Ehle Beyt’i Rasûlillâh! Hubbükümû
Farzun minallâhi fi'l-Kur'âni enzelehû
Kefâküm min azîmi'l-kadri innekümû
Men lem yusalli aleyküm lâ salâte lehû".
Mânâsı: "Ey Allah Rasûlü'nün Ehl-i Beyti! Sizi sevmek, O’na indirilen Kur'ân'da (bizlere) farz kılınmıştır. Sizin kadr u kıymetinizin / değerinizin büyüklüğü bakımından, (bu) size yeter: Zira size salât okumayan kimsenin namazı(nın) hükmü yoktur".
Kavsü’l-A’zam Abdülkadir Geylanî (k.s.) hazretleri de, şu iki beyti ile Âl-i abâ'ya olan saygı ve sevgisini şöyle dile getiriyor:
“Lî hamsetün utfî bihâ, Harre'l-vebâi'l-hâtima.
el-Mustafâ vel-Mürtezâ, Ve'b-nâhümâ ve'l-Fâtima”.
Mânâsi: "Benim için beş zât vardır. Ben, onlarla yakıcı ateşi söndürürüm: (Muhammed) Mustafa, (Aliyyü’l-) Murtazâ, iki oğullari (Hasan - Hüseyin) ve Hz. Fâtima." [Mehmed Emre, Müslümanca Yaşama Sanatı, Çile Yayınevi, İstanbul, yyy., 1, 40-46]
***
Ey dostlar, ey Ehl-i Sünnet müntesibi mü'minler!
Ehl-i Beyt ve onlara muhabbet mevzuu, uçsuz-bucaksız bir ‘esrâr deryası’ âdeta… Bu deryadan alabileceğimiz, gönlümüze damlatabileceğimiz bir katre dahi, ne büyük saadet bizim dünya ve ahiretimiz için…
Seyyid Seyfullah (k.s.) hazretlerinin dediği gibi,
"Bu aşk bir bahr-i ummandır, buna hadd u kenâr olmaz!
Delilim sırr-ı Kur’an’dır, bunu bilende âr olmaz!"
Aleviler, Âl-i abâ, Ehl-i Beyt, Meveddet, muhabbet, sevgi, zevceleri, Şîa, Ca'feriler,