Tasavvufta cezbe hâli…
selamun aleykum, cezbe hakkinda ikna edici ayet ile hadisler rica edebilirmiyim?
Bildiğiniz üzere “cezbe”; kelime olarak sürüklemek, kendisine çekmek, celbetmek manalarınadır. Sâlikin beşerî vasıflarından tecridi ile ilâhî ahlâkı kazanma ve tecellileri müşahede etmesi manasında tasavvufî bir tabirdir.
Cezbe; Cenab-ı Hakk'ın, kulunu kendisine çekmesinden hasıl olan istiğrak, derin şaşkınlık ve hayret mahiyetinde görünen manevî bir haldir.
Cezbeye tutulanlara meczûb denilir.
Meczub; Hakk'ın rızasını kazanan, Hak tarafından yakınlığına lâyık görülen, her türlü hevâ ve heves lekesinden temizlenen ve bu sayede sülûk makam ve mertebelerine çalışmadan ve yorulmadan erişen ergin kimsedir.
Meczublar, gayb esrârına vâkıf velîler olarak telâkki edilir. Bundan dolayı meczûb olanlardan çekinilir, gönülleri kırılmaktan sakınılır. Şathiyyat denilen (görünüşte yanlış ve saçma gibi olan) sözleri hakkında sükût ya da te'vil (hayra yorma yolu) tercih edilir.
Cezbede şart olan, istidattır. Yani yaratılıştan gelen kabiliyet... Bu istidat, Allah vergisidir. Çalışıp kazanmakla elde edilmez.
Cezbeyi akıl hastalıklarından biri diye gösterirlerse de, cezbe cinnet değildir. Meczub da mecnun olamaz. Çünkü cezbe, hali değişken bir kimsenin idrakinin mutad beşer idrakinden daha da yükselerek, hakikatlerin keşfine doğru gitmesidir. Cinnet ise, beşer idrakinin manasız ve düzensiz bir şekilde aşağılara düşmesidir. Cezbede yükselme, cinnette ise alçalma vardır.[Osman Ergin, Balıkesirli Abdülaziz Mecdî Tolun, İstanbul 1942, s. 31-35]
***
Kur’an-ı Kerim’de ve Hadis-i Kudsî’de Cezbe
Cenab-ı Hak (celle ve alâ) buyuruyor ki:
“Mü’minler ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen/kalpleri ürperen, kendilerine Allah'ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine tevekkül eden/Ona dayanıp güvenen kimselerdir.”[Enfâl suresi, 2]
“Onlar öyle kimseler ki, Allah anıldığı zaman kalpleri titrer; başlarına gelene sabrederler…”[Hac suresi, 35]
“Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rablerinden korkanların, bu Kitap'tan tüyleri ürperir, sonra hem derileri ve hem de kalbleri Allah'ın zikrine yumuşar ve yatışır...”[Zümer suresi, 23]
“Ne zaman ki, Musa, mikatımıza geldi, Rabbi ona kelâmıyla ihsanda bulundu. ‘Ey Rabbim, göster bana kendini de bakayım sana’ dedi. Rabbi ona buyurdu ki; ‘Beni katiyyen göremezsin ve lâkin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse, sonra sen de beni göreceksin’. Daha sonra Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir ediverdi, Musa da baygın düştü. Ayılıp kendine gelince, ‘Sen sübhansın, tevbe ettim, sana döndüm ve ben inananların ilkiyim’ dedi.[A’râf suresi, 143]
Elmalı'lı Hamdi Yazır merhum "Hak Dini Kur’an Dili"nde bu ayeti tefsir ederken şöyle der:
"Rabb’i Hz. Musa’yı (a.s.) doğrudan doğruya fakat perde arkasından kelâmıyla mes'ud/mutlu edince, bu kelâmın şevk ve neş'esiyle, Allah’ı (c.c.) görme arzusu onda uyandı ve galeyâna gelerek;
- "Ey Rabbim, bana göster kendini, bakıp göreyim seni", dedi. Yani perdeyi kaldır, bana bizzat tecelli et de dîdârın/cemâlin göreyim diye yalvardı.
Bunun üzerine Allah (c.c.) Zatındaki bütün azamet ve kudreti ile değil, emir ve iradesinden bir parçasının dağa çarpması ile dağ dümdüz oluverdi ve Musa (a.s.) baygın düştü." [Hak Dini Kur’an Dili, 4, 129]
Bir hadis-i kudsî’de de, “Rahmân olan Allâh’ın cezbe’lerinden bir cezbe, ins u cinn’in ibadetine bedel’dir” buyrulmuştur. [Bursevî, İsmail Hakkı, Tefsûru Ruhu’l-beyan, 9, 365]
Bütün bu ayetlerde anlatılanları “cezbe”den başka neyle izah edebiliriz! Hadis-i kudside ise zaten apaçık belirtilmiştir.
***
Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) Şahsında Cezbe
Peygamber Efendimizin (s.a.v) şahsında cezbenin başlangıcı, Hira dağındaki mağarada itikâf yaptığı günlere rastlar... Efendimiz (s.a.v.) o sıralarda her sene belirli bir ayda, yanına bir miktar azık alarak bu mağarada inzivaya çekilirdi. Her yıl tekrarlanan bu ibadet zinciri içerisinde 40 yaşına bastığı yıl, yine Hira dağındaki mağarasında bulunduğu sırada, aniden Cebrail (a.s.) kendine göründü. Cebrail (a.s.) Rasûl-i Ekrem Efendimize yaklaşarak,
-"Oku" dedi. Peygamber Efendimiz de,
-"Mâ ene bi-kariin: Ben ne şey okuyayım / neyi okuyayım!", yani söyle ki okuyayım, cevabını verdi. (Buradaki mâ harfine nefiy manası verip "Ben okumak bilmem" diye terceme etmek uygun olmaz. Böyle bir mana yavan olur. Münasip olan istifham/soru manasına olmasıdır ki, bizim yukarıda zikrettiğimiz gibi.) Bu hâl üç defa tekrarlandı. Üçüncü defasında Cebrail (a.s.) Peygamber Efendimizi (s.a.v.) iyice kucaklayıp sıkarak,
-"Yaratan Rabb’inin adıyla oku..." dedi. O da okudu.
Bu kucaklaşma neticesinde Cebrail (a.s.) ile Peygamber Efendimiz (s.a.v.) arasında manevi bir tesirleşme (etkileşim) oldu, titremeye başladı ve bundan dolayı müşrikler O’na saralı, hasta gibi yakışıksız sözler söylemişlerdi.
Burada Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) titremesi vecd ve istiğrak halinden dolayıdır, cezbe halidir.
Demek ki bunlar Efendimizin (s.a.v.) ruhî-bâtınî-manevî hayatında mevcuttur.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Kur’an’ı okunurken duyduklarında kendilerinden geçer, vecde gelirlerdi... Mevzu ile ilgili olarak gelen rivayetlerin biri şöyledir:
Rasül-i Ekrem (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır: "Hud ve benzeri sûreler beni kocalttı." [Tirmizî, Sünen, Tefsir, 56] Bu hadis vecd’den haber vermektedir. Zira kocamak, hüzün ve korkudan gelir. Hüzün ve korku ise, vecd demektir, cezbe de –tabir cazise- vecd'in ikiz kardeşidir. Rivayete göre İbn Mesud (r.a.) Rasûl-i Ekrem’e (s.a.v.) Nisa süresini okudu da,
"Her ümmetten peygamberlerini şahid getirdiğimiz zaman ve seni de o peygamberlerin sıdkına şahid getirdiğimiz zaman, onların halleri nice olur?" [Nisa suresi, 41] ayet-i celilesini okuduğu zaman, Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) gözleri yaş ile doldu ve, "Yeter" buyurdu. [Buhari, Sahih, Cihad, 7; Müslim, Sahih, Salâtu’l-Musâfirîn, 2]
***
Ashab-ı Kiram'da (r.anhum) Cezbe
Bu manadaki cezbe, sahabede de vardı. Nitekim bu hususu, Rasûlullah’ın (s.a.v) vahiy kâtiplerinden Hz. Hanzala’nın (r.a.) şu ifadelerinden kolaylıkla anlayabiliriz:
Hz. Hanzala, Rasûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v) yanında iken bulunduğu ruh haliyle, ondan ayrı olduğu zamanki ruh halinin farklı olmasından rahatsızlık duyar… Ve bu durumun bir münafıklık alameti olabileceğinden endişe eder. Böyle bir halet-i ruhiye içerisinde evinden dışarı çıkar, Hz. Ebu Bekir (r.a.) ile karşılaşır… Ona,
- “Hanzala münafık oldu” demeye başlar. Meseleyi açıklayınca da, Hz. Ebu Bekir aynı şeylerin kendisi için de söz konusu olduğunu söyler.
Nihayet birlikte Rasûlullah Efendimizin (s.a.v) huzuruna giderler ve Hanzala aynı şeyleri orda da tekrarlar. Gerekçe olarak da;
- “Yâ Rasûlallah! Sizin huzurunuzda olduğumuz zaman bize Cennet ve Cehennemi hatırlatıyorsunuz, biz de her şeyi gözle görür gibi oluyoruz. Yanınızdan çıkıp gittiğimizde, çoluk çocuğa, dünyaya karışıyor da çok şeyleri unutuveriyoruz” der. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.) şöyle buyurur:
- “Nefsim kudret elinde olan Allah’a (c.c.) yemin ederim ki, eğer yanımda iken içinde bulunduğunuz ruh haletinizi ve zikri dışarıda da devam ettirseydiniz, muhakkak ki melekler, yataklarınızda ve yollarınızda sizinle musâfaha ederlerdi…”[Bkz. Müslim, Sahih, Tevbe, 12-13]
***
Sonraki dönemlerdeki evliyaullahın (k.esrarahum) cezbesinden bahsetmeye zannederim ihtiyaç bile yoktur. Olursa da bir başka cevabi yazıda ele almaya çalışırız.
Evvelen ve ahiren selâmlar…
Cezbe, sürüklemek, kendisine çekmek, celbetmek, meczub, yürekleri titreyen, kalpleri titrer, tüyleri ürperir, Musa da baygın düştü, Hira, mağara, kucaklaşma, Hz. Hanzala, musâfaha,