Allah yolunda cihâd…
Sorum şu: Cihâd nedir? Ben yurt dışında yaşıyorum, darul harp olan yerde Müslümanların cihâd etmesi gerekir mi, gerekirse nasıl ve hangi yöntemle olur? Gayrimüslimlerce ezilen Müslümanlara yardımcı olmak da cihâd olarak değerlendirilir mi? Cihâd yapmak için kurum ya da kuruluşlardan izin almak gerekir mi? Tşk. ederim
Müslümanın İslâm muarızlarına-düşmanlarına karşı eliyle-diliyle bütün gücünü ortaya koyarak yaptığı hizmet ve mücadeleden ibaret olan cihâd; canla olduğu gibi insanları İslâm’a çağırma… Bâtıla karşı Hakk’ı müdafaa… Şüpheleri izâle etme-ortadan kaldırma… Müslümanların menfaatine olacak şekilde görüş beyan etme tarzında da olur. Zâhirî cihâd bu. Bâtınî cihad ise bildiğiniz gibi, nefisle olan mücadelemizdir.
***
Dilerseniz kısaca Daru’l-harb’i tarif etmeye çalışalım, sonra da asıl mevzumuz olan cihâdı ele alalım.
Daru’l-harp, İslâm dışı bir idarenin/yönetimin hâkimiyeti altındaki ülke anlamındadır.
İslâm hukukunda Daru’l-harp, Daru’l-İslâm dışındaki ülkeler için kullanılan mürekkep bir isimdir. Günümüzde ‘yabancı ülke’ manasında kullanılmaktadır.
***
İslâm’da ilk olarak tebliğ, insanlara Allah’ın varlığını-birliğini anlatma, ahireti hatırlatma, Müslümanlara kâfirlerin ezalarına karşı sabrı telkin etme, müşriklerden yüz çevirme emredilmiştir. Nitekim Allah Teala “Sen şimdi güzel bir şekilde musâmaha ile muamele et.”[Hicr suresi, 85], “Ey Muhammed! Rabbinin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et.”[Nahl suresi, 125] buyurmuştur.
Allah yolunda savaşmak şeklinde icra edilen cihâda ise, hicretin ikinci yılında müsaade edilmiştir: “Kendilerine savaş açılan Müslümanlara, zulme uğramaları sebebiyle cihâd için izin verildi.”[Hac suresi, 39] Bu durum ve fiilî cihâdın “husün li gayrih (bizatihi hoş olmayıp güzelliğini başka yönden almış)” olması savaş dışındaki usûlleri öncelikli kılmıştır.
***
Cihâd, fukahanın çoğunluğuna göre “farz-ı kifâye”dir. Yani düşman hudut dışında ve onu icra eden bir ordu varsa, sorumluluk diğer Müslümanlardan düşer. Fakat kişi, düşmanla karşı karşıya gelen bir ordunun içerisinde yer alır, düşman ansızın bulunduğu bölgeye saldırır veya devlet başkanı tarafından savaşa çağrılırsa… bu durumda özrü olmayan herkese cihâd “farz-ı ayn” olur.
***
İslâm düşmanları tarafından baskı gören, işkenceye maruz kalan Müslümanları kurtarmak için mücadele içerisinde olmak da, elbette ki cihâd çerçevesinde değerlendirilmiştir. Nitekim “Size ne oluyor da, Allah yolunda ve, ‘Ey Rabbimiz! Bizleri halkı zalim olan şu memleketten çıkar, katından bize bir dost ver, bize katından bir yardımcı ver’ diye yalvarıp duran zayıf ve zavallı erkekler, kadınlar ve çocukların uğrunda savaşa çıkmıyorsunuz?”[Nisâ suresi, 75] mealine gelen ayet, zayıf ve sıkıntıya düşmüş mü’minleri, onlara acı çektiren, dinlerinden dönmeleri için onlara işkence eden, dinlerini yaşamalarına müsaade etmeyen gayrimüslimlerin ellerinden kurtarmaya çağırmaktadır.
İmam Kurtubî (rh.) bu ayeti tefsir ederken, “Allah Teala cihâdı, dinini yüceltmek ve ezilen mü’minleri kurtarmak hususunda gerekli şartları taşıyanlara vacip kıldı.” demektedir.[el-Cami’ li Ahkami’l-Kur’an, VI, 180]
***
Cihâdın farz-ı kifaye olduğu dönemlerde, kişi cihâd edebilmek, Allah yolunda hizmetlerde bulunabilmek için Müslüman olan anne-babasından ya da biri kafirse diğerinden izin almalıdır. Çünkü fert bazında bakıldığında, o durumda anne-babaya bakmak cihâddan daha önceliklidir. Zira cihâd “farz-ı kifaye”dir. Anne-babaya bakmak ise, “farz-ı ayn”dır. Bu yüzdendir ki İbn Abbas (r.anhuma),
- “Rumlara karşı savaşacağıma dair adakta bulundum. Fakat anne-babam bana engel oluyor” diyen adama şöyle karşılık vermiştir:
- “Ebeveyninin sözünü dinle! Şüphesiz Rumlar senden başka kendileri ile savaşacak kişiyi bulurlar.” Bunun benzeri Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan (r.anhuma) da rivayet edilmiş, Evzaî ve Sevrî (rahımehumallah) başta olmak üzere bir çok âlim de bu görüşle amel etmiştir.[İbn Âbidîn, Reddu’l-Muhtar, III, 220]
Aynı şekilde hemen ödenmesi gereken borcu olan kimse de cihâda gidemez. Bu hususta fakihler ittifak etmişlerdir. Fakat borcu ileri bir tarihte olan kişi, ödeme yapacağı tarihten önce döneceğini/dönebileceğini biliyorsa; alacaklısından izin almadan cihâda çıkabilir. Bununla birlikte borcunu ödemek için gitmeyip beklemesi daha doğrudur.[İbn Abidin, Reddu’l-Muhtar, III, 221]
Tabii bütün bunlar normal şartlarda, yani cihâdın farz-ı kifaye olduğu dönemlerde böyledir.
Bilindiği üzere, cephe bozuluncaya kadar harp-cihâd, Müslümanlar üzerine farz-ı kifayedir. Cephe bozulduğu zaman, yediden yetmişe kadar, kadın-erkek herkese ‘farz-ı ayn’ olur. O zaman kadın kocasından, köle efendisinden izin almadan cepheye koşar. [Bkz. Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Hz.leri, Ali Erol, Hatıratım, s. 91]
***
Günümüz dünyası, ahvâl ve şartları göz önüne alındığında, ortalıkta bir cephenin kalmadığı… Her tarafın toz-duman olduğu… Şirkin-küfrün, fısk u fücurun, günahın her türlüsünün, bırakın ülke sınırlarını aşmasını, evlerin en ücra köşelerine kadar girdiğini nazar-ı dikkate aldığımızda… Yeryüzünde ‘İslâm ahkâmı’nın tam olarak uygulandığı herhangi bir ülke de bulunmadığına göre, her yerde her zaman Müslümanın üzerine cihâdın farz-ı ayn olduğunda hiç şüphe yoktur. Bulunduğu yerde şartlar neyi gerektiriyorsa; ama malla-mülkle, parayla-pulla, ama bedenen veya ilimle-irfanla cihâdını yapmak, bundan kat’iyyen geri kalmamak zorundadır. Bu işin zahiri yönü ve cihâdın küçüğü…
Bir de manevi cihâd var ki; o da nefsimizle olan cihâdımız… Yani Bâtınî olan en büyük cihâd! Son nefesimize kadar devam etmesi zaruri olan cihâd.
Rabbim cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını gerek zahirî gerekse batınî cihâddan alıkoymasın. Nefs-i emmârenin elinde oyuncak etmesin. Göz açıp yumuncaya kadar, hatta ondan da az bir zaman bile onun eline bırakmasın. Amin…
farz-ı ayn, farz-ı kifâye, Cihâd, daru'l-harp, daru'l-islâm, bâtınî, zâhirî, cihâdın küçüğü, en büyük cihâd,