Sâdık ve Sıddîk nedir, nasıl olmalıdır?
Soru: Maide suresi 119. Ayette “Allah şöyle buyuracaktır: Bu, doğrulara, doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuştur, onlar da O'ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş ve kazanç budur” deniliyor. Burada sözü edilen doğruluk ve doğru kişiler kimlerdir? Tşk Ali Ünal Ersözlü - İstanbul
“Sıdk” doğruluk demektir. Aynı mastardan/kökten gelen “sâdık” doğru, “sıddîk” ise dosdoğru kişi anlamınadır.
Ayrıca “sıddîkıyet”, peygamberlikten sonra ve şehitlikten ise önce gelen ikinci büyük manevi mertebenin adıdır.
Sıddîk sıfatı çok yüce ve erişilmesi zor bir haslet olduğundan alimler onu tarif etmekte epey zorlanmıştır. Râgıp el-Isfehani (rh.) şöyle der: “Sıddîk, çok doğru, sıdkı bütün; dosdoğru, hiç yalan söylemeyen ve yamuk yapmayan; doğruluğu, adeti ve tabiatı haline getiren; sözü ve inancı doğru olan, davranışlarıyla bunu doğrulayan ve gerçekleştiren kişidir. [Müfredât, s. 277]
Seyyid Şerif Cürcani hazretleri, sıddîkı şöyle tarif eder: “Dili ile söylediği her şeyi kalbi ve davranışı ile gerçekleştiren kişiye sıddîk denir.” [Tarifat, s. 116]
***
Yine “sıdk: doğruluk”, bütün peygamberlerin ortak vasfıdır. Peygamberlerin bu sıfata sahip olmaları peygamberliğin şartlarındandır. Ayette, “Kitapta İsmail’i de an, şüphesiz ki o bir sıddîk ve bir nebî idi.” [Meryem suresi, 4] buyruluyor. Hz. İdris’ten de aynı şekilde bahsediliyor. [Meryem suresi, 56] Demek ki sâdık ve sıddîk peygamberliğin olmazsa olmaz şartlarından biridir. Fakat peygamber olmayan mü’minler arasında da sıddîklar vardır. Sıddîkiyet manevi bir mertebe ve yüksek bir makamdır. Bunun kapısı bütün mü’minlere de açıktır.
Yukarıda da belirttiğimiz üzere peygamberliğin hemen altındaki mertebe sıddîkiyet makamı, sıddîkiyetin hemen üstündeki mertebe peygamberlik makamıdır. İkisi arasında başka bir mertebe yoktur. Bunun içindir ki Rasûlüllah Efendimiz (s.a.v.) hasta iken cemaata namaz kıldıramadığından yerine Ebû Bekir Sıddîk (r.a.) geçip namaz kıldırmış… Vefat ettikten sonra da O’nun yerine Hz. Sıddîk-ı Ekber’in halife olması gerektiğine bu hadiseyle istidlal edilmiştir. [Bkz. Râzi, Mefâtihu’l-Ğayb, III, 379]
***
Denilmiştir ki, iki türlü farz vardır:
a) Vakitlere bağlı olan farzlar: Namaz, oruç, zekat, hac…
b) Daimi farz: Doğruluk, dürüstlük.. Dâimi farzı edâ etmeyenin vakitli farzları kabul edilmez. Dürüst bir kişiyi, ya farzları edâ eder halde veya faziletli işleri yapar vaziyette görürsünüz.
***
İmam Gazali hazretleri, sıddîkiyeti (dürüstlüğün zirvesini) ve bu manadaki doğruluğu altı hususta arar:
1. Dil ve anlatımdaki doğruluk: Verilen haberin doğru olması, verilen sözde durma, sözünden caymama, yalan söylememe, insanları kandırmama, bu mertebedeki doğruluğun gereğidir. Yuvarlak laflar etmemek, esas maksadı bir takım kelime oyunlarıyla gizlememek, kinayeli konuşmamak bu kısma dahildir. Kısaca; sözle, yazı ile, işaret ve ima ile muhataba yalan ve yanlış bilgi vermemek doğruluğun gereğidir. Aynı şakilde mü’min, Allâhu Ekber (Allah en büyüktür) derken eğer bu söze denk düşen bir mana onun kalbinde yoksa bu sözün vakaya mutabık olduğundan, dolayısıyla tam anlamıyla doğru olduğundan bahs edilemez.
2. Niyet ve iradede, yani maksat ve arzularda doğruluk: Bu ihlas ve samimiyet anlamına gelir. Mü’min bir iş yapmayı veya söz söylemeyi tasarladığı zaman bunu sırf Allah rızası için yapmaya niyet etmeli, Allah’ın rızasını irade etmek, maksadı olmalıdır. Eğer Allah rızası için yapmaya niyet ettiği bir iş ve sözle başkalarını hoşnud etme amaçlanırsa burada niyet ve iradede doğruluktan söz edilemez.
3. Verilen kararlarda doğruluk: Bir mü’min: “Eğer Allah bana mal verirse fakir fukaraya yardımcı olacağım, bu serveti hayır ve hasenatta harcayacağım.” diye kendi kendine kesin bir karar verir ve bu konuda azimli olacağını düşünürse bunun gereğini yapması doğruluktur, aksine davranış ise doğruluk ve dürüstlük değildir.
4. Karara bağlılıkta ve azmedileni gerçekleştirmede doğruluk: Elinde mal-mülk, para-pul olmayanların ileriye dönük olarak güzel kararlar almaları ve iyi işlere azmetmeleri kolaydır. Ama bu imkana kavuşanların, kararlarına bağlı kalıp azmettikleri hususları fiiliyata geçirmeleri zordur. Dürüstlük, imkanlar ölçüsünde bu kararları uygulamayı gerektirir.
5. Fiil-faaliyet ve davranışlardaki dürüstlük: Bu da yapılmaya niyet edilen ve karar verilen işlerin niyet ve karara uygun şekilde yapılmasıdır. “Dışın içe”, “fiilin karara”, “zahirin batına” uygun olmasının anlamı budur. Kişinin işi onun aynası olmalıdır.
6. Zühd, takva, fakr, rıza, tevekkül, sabır ve şükür gibi manevi hallerde ve makamlarda aranan dürüstlük: Bir insan zahid ise zühdün tam olarak hakkını vermeli, en mükemmel şekilde zühd hayatını yaşamalıdır. Sabır ve şükür gibi makamlar ve ahlak kuralları da öyledir. Sabırlıyım demekle gerçek anlamda sabırlı olmak; şeyhim, dervişim demekle hakiki ve kâmil manada şeyh ve mürid olmak arasında dağlar kadar fark vardır. Bu anlamda dürüst olmak en büyük başarıdır. Allah’ın tevfiki ile gerçekleşir. [Gazali, İhya, IV, 275-380]
***
Görülüyor ki bu manadaki doğruluk, doğru sözlü olmayı kapsamakla beraber onu aşar… Mü’minin maddî-mânevî, görülen-görünmeyen her türlü insani, dini-ahlaki, düşünce-duygu, hal-tavır ve hareketlerini de içine alır.
Mü’minin insanlara karşı doğru ve dürüst olması kadar, hatta bundan daha fazla Allah Teala’ya karşı doğru ve dürüst olması lazım gelir.
takva, sıdk, sadık, sıddık, Zühd, fakr, rıza, tevekkül, sabır ve şükür, “Dışın içe”, “fiilin karara”, “zahirin batına” uygun olması, sıddîkiyet,