“Bana düşmanlarımı sevindirecek şekilde davranma.”
S.A. Hocam. Dinimizce düşmanı sevindirip dostları üzmek nedir, bu nasıl olur, neler yaparsak bu yanlışı işlemiş oluruz? Teşekkür ederim. Allah razi olsun.
“Düşmanı Sevindirme” tabiri Kur’an-ı Kerim’in bir ifadesidir. Musa aleyhisselâm, Rabbinin daveti üzere Tûr-i Sîna’ya giderken kardeşi Harun aleyhisselâmı yerine bıraktı… Ona, kavminin işlerini düzene koymasını, bozgunculara uymamasını tenbih etti.
Fakat İsrailoğulları Harun aleyhisselâmı dinlemeyerek Sâmiri’nin zinet eşyasından yaptığı buzağı heykeline ilah diye tapınmaya başladılar.
Hz. Musa Tur dağından dönünce, onların bu haline olan öfkesi sebebiyle, Levhaları yere attı… Kardeşi Harun’un başından tutarak onu kendine doğru çekmeye başladı… Nitekim bu durum Kur’an-ı kerim’de şöyle dile getirilmektedir:
“Musa, kızgın ve üzgün bir halde kavmine dönünce: ‘Benden sonra arkamdan ne kötü işler yapmışsınız! Rabbinizin (c.c.) emrini (beklemeyip) acele mi ettiniz?’ dedi. Tevrat levhalarını yere attı ve kardeşinin (Harun'un) başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): ‘Anam oğlu! Bu kavim beni cidden zayıf gördüler ve nerede ise beni öldüreceklerdi. Sen de düşmanları bana güldürme (onları sevindirecek şekilde davranma) ve beni bu zalim kavimle bir tutma!’ dedi.”[A’raf suresi, 150]
***
Düşmanları sevindirmek genellikle dostları üzmekle meydana gelir. Kendisinden düşmanların emin, dostların tedirgin olduğu kimse gerçek mü’min değildir. Dosta mahabbet, düşmana adalet asıldır. Dosta karşı mahabbetin yanında yerine göre ayrıca düşmana karşı da mehâbetli-heybetli-korkutucu davranmak gerekir. Müslümanın heybeti dost için cesaret, düşman için korku sebebi olmalıdır. Kur’an-ı Kerim Müslümanın tavrını belirlerken buyuruyor ki:
“Muhammed Allah’ın Rasûlüdür. Beraberindekiler kafirlere karşı çetin, kendi aralarında ise pek merhametlidirler…” [Fetih suresi, 29]
***
Müslümanın dosta düşmana karşı tavrı Allah ve Rasûlü tarafından açıkca belirtilmesine rağmen malesef bugün bu tavır tersine dönmüş vaziyettedir. Yaşanan olaylar göstermektedir ki; dünya genelinde müslümanlar birbirlerini tahrib, düşmanlarını tamirle meşguldür. Son bir asır içinde verdikleri soylu mücadele neticesinde müstemlekecilere karşı bağımsızlıklarını elde ettiler, destanlar yazdılar. Fakat ekonomik, kültürel ve siyasî anlamda-alanlarda istiklâllerini/bağımsızlıklarını tam olarak koruyamadılar… İç zaaflar ve dış etkiler sebebiyle kademe kademe tekrar sömürgeleştiler.
Başkaları tarafından empoze edilen sistem ve yöneticiler vasıtasıyla, yer altı ve yer üstü kaynakları yabancılara peşkeş çekildi. Taşeron kral ve yöneticiler eski sömürge valilerinden beter bir tutumla halkı ezdi. Yerli ve yabancı baskı, kimlik ve kişilikleri tahrib etti. Böylece ümmetin kimyası bozuldu. İç ve dış tehlikelere karşı ortak bir tavır geliştiremediler.
Taşıdıkları zaaflar sebebiyle kötü emellere âlet edilecek konum ve pozisyonlarda yer aldılar.
Ancak ümitsiz değiliz. Özellikle son yıllardaki olumlu gelişmeler, bu yöndeki ümitlerimizi arttırmaktadır.
***
Velhasıl dostu düşman, düşmanı dost saymak hamakattir. Rabbimiz Teala ve Tekaddes hazretleri buyuruyor ki:
“Ey iman edenler! Sizden olmayanları kendinize yakın dost edinmeyin. Onlar sizi bozmaktan geri durmazlar. Size sıkıntı verecek şeyleri isterler. Öfkeleri ağızlarından dökülmektedir. Kalplerinde gizledikleri öfke ise daha büyüktür.” [Âl-i İmran suresi, 118] “Eğer size bir iyilik dokunursa bu onların tasalandırır. Size bir kötülük dokunursa, bundan dolayı sevinirler. Eğer sabreder, takva sahibi olursanız (Allah’a karşı saygılı olur, azabından çekinip günahlardan kaçınırsanız), onların hileleri size hiç bir zarar veremez.” [Al-i İmran suresi, 120]
***
Biz kimsenin üzülmesini, öfkelenmesini istemeyiz. Ama bizim iyi bir konumda olmamız düşmanlarımızı üzüyorsa bunda bizim bir vebalimiz olamaz. Zira iyi bir konumda bulunmak herkesin hakkıdır. Hasetçi üzülmesin diye zillete talip olacak değiliz.
Haset ve düşmanlık en korkunç hastalıktır, hem sahiplerine hem de başkalarına zarar verir. Bu hastalıklara yakalananlar İslâm tedavi merkezinin iman ve ahlâk birimlerine gidip tedavi olmalıdırlar.
Biz müslümanlara düşen elaleme gülünç olmak değil, gıbta edilecek bir konumda bulunmaktır. Bu da öncelikle dostları sevindirmek, dostluğun gücüyle inşa edilen güçlü bir beraberlik ve sağlam bir vahdetle/birlikle sağlanabilir. Kendi ayakları üzerinde durabilen, kendi problemlerini kendi aralarında çözebilen, imdat isteyen değil, başkalarının imdadına koşan bir İslâm âlemine biz de hasretiz, dünya da hasret. “İnsan insanın kurdudur” diyen Batılı zihniyetin bize ve bütün insanlığa neler ettiği ve etmekte olduğu ortadadır.
Düşmanları illâ ki sevindireceksek kötü ve gülünç hallerimizle değil, onların da yararlanacağı adaletimiz, hayırlara vesile olan gücümüz ve onlara da ulaştıracağımız İslâm ve iman nuriyle sevindirelim. Parolamız; “Dosta mahabbet, düşmana adalet” olmalıdır.
***
Sözlerimizi iki cihan serveri Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) şu güzel ilticalarıyla bitirelim:
“Çekilmez beladan, bedbahlıktan/mutsuzluktan, kötü hükümdar/idareciler/yöneticiler ve düşmanları sevindirecek vaziyetten Allah’a sığınırız.” [Buhari, Sahih, Kader, 13; Müslim, Sahih, Zikir, 53]
Hz. Musa, Tur-i Sina, Bana düşmanlarımı sevindirecek şekilde davranma, Harun aleyhisselâm, Eğer sabreder takva sahibi olursanız onların hileleri size hiç bir zarar veremez,