Hz. Nuh ve gemisi...
NUH aleyhisselam: Hz. Nuh, zamanı ve kavmi hakkında.. Gemiyi tek başına mı yapmıştır? O günün şartlarında nasıl yapmıştır? Bir de Cizre'de türbesi var mıdır? Nuh (a.s.) fizik olarak simdiki zmanın insanlarından farklı mıdır? Şimdiden teşekkür ederim.
Ve aleyküm selam…
Hz. İdris semaya çekildikten sonra ademoğulları istikametten ayrılmış ve putlara tapar olmuşlardı… Bu sebeple Cenab-ı Hak insanlığa, Hz. Nuh’u peygamber olarak göndermiştir.
Zaman itibariyle dünyada ilk peygamber Adem (a.s.), ilk Ulû’l-azm peygamber ise Hz. Nuh’tur.
Bildiğiniz gibi Adem aleyhisselâmdan sonra Şit (a.s.) gönderildi, ondan sonra İdris (a.s.) ve sonraki peygamber de Nuh aleyhisselâmdır.
Nuh (a.s.) Babil’de doğmuştur.
Asıl adı Abdulgaffar olan Nuh Peygamber’in babasının ismi Lemek, annesinin adı ise Kinuşi'dir.
İnsanlığın ikinci babası (Ebu’l-Beşer) olduğundan yeni baba anlamında “Nova”, çok ağlayarak Allah’a (c.c.) yakarışta bulunduğundan, Arapça'da “Nûh” adıyla anılır. Lakabı ise “Yeşkur"dur (şükreden). Mezopotamya kitâbelerinde ise adı, Ziusudra ve Utnapiştim olarak geçer. [Abdullah Yaşin, Cizre kitabı, 1983]
Nuh (a.s.) yıllarca (950 sene) kavmini tevhid dinine davet etmişse de ancak oğlu Sam, Ham, Yafes ve hanımları ile kavminden de pek az kimse iman etmişlerdi. [Altıparmak Peygamberler Tarıhı, s. 15]
Yam (Ken'an) ve annesi Vahile (veya Valia) Hz. Nuh'a iman etmediler ve tufanda boğulup gittiler.
Mezopotamya ve Arap yarım adasında yaşadığına inanılan Nuh aleyhisselâm, kavmi putperest iken Allah (c.c.) onu 40 yaşlarında (bazı rivayetlerde 100) peygamberlikle müjdelemiştir.
***
Bu kısa girişten sonra gelelim maddeler halinde sorularınızın cevaplarına…
(1) “Gemiyi tek başına mı yapmıştır?”
Hz. Allah, Nuh aleyhisselâma ağaç dikmesini emretti. O da, dikti. Nuh aleyhisselâmın diktiği Sac ağacı, kırk yılda büyüyüp yetişti ve boyu, üç yüz zira'ı (arşını) buldu. [Taberî, Tarih, 1, 180-181]
Sac ağacı: Hint ülkesinde yetişen kara ve büyük bir ağaçtır; bunun, Abanus ağacı olduğu da söylenir. [Ahterî, ilgili md. 1, 390]
Allah Teala tarafından Nuh aleyhisselâma şöyle buyruldu:
"Nuh'a vahyolundu ki: Kavminden iman etmiş olanlardan başkası artık (sana) asla inanmayacak. Öyle ise onların işlemekte olduklarından (günahlardan) dolayı üzülme.
Bizim nezaretimiz (gözetimimiz) altında ve vahyimiz uyarınca (emrimiz dairesinde) gemiyi yap ve zulmedenler hakkında bana (bir şey) söyleme! Onlar mutlaka boğulacaklardır!” [Hud suresi, 36-37]
Hz. Allah, dikilmiş ve yetişmiş olan ağaçları kesip gemi yapımında kullanmasını Nuh aleyhisselâma emretti. [Taberî, Tarih, 1, 90-91]
Nuh aleyhisselâm marangozdu… Ağaçları, kesti ve kuruttu… Ama Nuh aleyhisselâm geminin nasıl yapılacağını bilmiyordu. [Zemahşerî, Keşşâf, 2, 268]
“Yâ Rabb! Gemiyi nasıl yapayım?" diye sordu. Allah (c.c.), “Onu, üç suret üzerine ve devrik yap: Başını horoz başı gibi, karnını kuş karnı gibi, kuyruğunu horoz kuyruğu gibi meyilli ve üç kat olarak yap!”[Kurtubî, Tefsir, 9, 42] buyurdu.
Nuh aleyhisselâm, gemiyi yapmaya başladı. Kestiği sac ağacından tahtalar biçti. Üç yıl bununla meşgul oldu. Demirden çiviler yaptı. Gemi için gereken zift vesair her şeyi hazırladı. Yapılacak şeylerin hepsini kendisi yaptı, çattı. [Taberî, Tarih, 1, 92]
Eline aldığı keseri, yapacağı şeyde hiç yanılmıyordu. [Kurtubî, Tefsir, 1, 31]
Nuh aleyhisselâm gemiyi yapıp çatarken, kavminden herhangi bir topluluk, yanından geçtikçe alay etmek için;
- “Ey Nuh! Peygamberlikten sonra, marangozluk yapıyorsun ha? Ne yapıyorsun sen?" diyorlar. Nuh aleyhisselâm da;
- "Gemi yapıyorum!" deyince;
- "Demek, karada gemi yapıyorsun ha? Gemiyi karada nasıl yüzdüreceksin?” Birbirlerine de, “Bakmıyor musunuz şu deliye? Su üzerinde seyretmek için ev yapıyor! “Hani ya, su nerede?!" diyerek gülüşüyor, alay ediyorlardı. [Taberî, Tarih, 1, 92]
Nuh aleyhisselâm da; “Siz, nasıl bizimle eğleniyorsanız, biz de, sizin bu eğlenip durduğunuz gibi, sizinle eğleneceğiz! Dâimi azabın kimin başına ineceğini, yakında görecek, bileceksiniz!” [Hud suresi, 38-39] diye cevap veriyordu.
Geminin yapılışı, iki yıl sürdü. [Zemahşerî, Keşşaf, 2, 268]
Bütün bu metinlerden ve özellikle de “Yapılacak şeylerin hepsini kendisi yaptı, çattı. [Taberî, Tarih, 1, 92] ifadelerinden anlaşılan, Hz. Nuh’un gemiyi tek başına yapmış olduğudur.
Ancak şunu da unutmamak gerekir ki; bir idare, bir ordu, bir zafer, bir başarı onun başında bulunanla anılır. Dolayısiyle yapım esnasında yardımcılarının olması da elbette ki ihtimal dahilindedir. Kaldı ki bu durum, neticede de bir şeyi değiştirmez.
***
(2) “O günün şartlarında nasıl yapmıştır?”
Hz. Nuh gemicilerin pîri ve rehberidir. O, gemiyi yapıyordu.
Hz. Nuh'un gemisinin vasıfları hakkında bazı sözler nakledilmiştir. Bu arada denilmiştir ki; boyu üçyüz arşın, eni elli arşın, su kesiminin üstünde kalan yüksekliği otuz arşın, sactan yapılmış üç ambarlı bir gemi idi.
Yine rivayet olunduğuna göre, boyu bin iki yüz, genişliği altı yüz arşın imiş... Fakat bu gibi ayrıntılara girişmek boşuna uğraşmak olur, doğrusunu tesbit ve tayin imkânsızdır. Bu hususta Kur'ân'dan öğrenilen şudur ki; kavmin mü’minlerini ve ihtiyaçları olan yiyecekleri ve her çeşit hayvanattan birer çifti alacak genişliktedir.
Ancak bu geminin yelkenli olmayıp, vapur gibi ocaklı ve istim gibi feveranlı, yani kaynayıp fışkıran bir kuvvetle harekete geçtiğini hatırlatan Kur’an’daki şu kelime çok dikkat çekicidir: Tennûr. Lügatte kapalı bir ocak, bir fırın demektir ki, dilimizde "tandır" olarak kullanılır. Leys şöyle demiştir: "Tennûr" genellikle bütün dillerde gelmiş olan bir kelimedir. Bir benzeri de "tennar" teleffuzudur. Ezherî de demiştir ki; "Bu şunu gösterir: İsim bazan A'cemi olur, Arap onu Arapçalaştırır da sonra Arapça olur. Ve buna delil, aslı tennar olmasıdır. Bundan önce Arapça'da "tennûr", bilinen bir şey değildir. Bunun benzeri başka dillerden Arapça'ya geçmiş olan dîbâc, dinar, sündüs, istebrak gibi kelimelerdir. Arap bunları konuşmaya başlayınca artık Arapça olmuşlardır."
“Feverân” kelimesi de biliniyor ki, kuvvet ve şiddetle kaynamak ve fışkırmaktır. Şimdi biz, gemiden söz edilirken tam ocak feveran ettiği sırada yük emri verildiğini işittiğimiz zaman, o geminin hareket etmeye hazır bir vapur olduğunu anlamakta hiç tereddüt etmeyiz. Lakin vapuru görmemiş olanlar bunu anlayamazlar ve "Acaba bu ocağın feveranı da ne demektir? Bu olsa olsa bir işaret olacaktır" diye düşünmekte mazur olurlar.
Eslâf yani ilk devir müfessirleri bunun hakkında muhtelif mânâlar kayd ve nakletmişlerdir. Bunları şöyle özetleyebiliriz:
1- Müfessirlerin çoğu, "tennûr"un gerçekten bir ocak manasına geldiğinde görüş birliği içindedir.
2- Araplar arasında bazan yeryüzüne de "tennûr" denildiği görüldüğünden, tennûrun feveranı yer yüzünden suların fışkırması olacaktır. Nitekim Kamer sûresinde "Bunun üzerine şakır şakır akan sularıyla göğün kapılarını açtık. Yeri de kaynaklar halinde fışkırttık. Ezelde takdir edilmiş bir emir üzere sular birleşti." [Kamer suresi, 11-12] buyrulmuştur, demişler.
3- Tennur'dan murad yeryüzünün yüksek ve şerefli mevkileri demektir ki, harikulade bir olay olarak oralara bile sular fışkırmıştır, demişlerdir.
4- "Fârettennûr", şafak attı, tan yeri ağardı, sabah oldu mânâsına gelir, denilmiş ve bunun Hz. Ali'den menkul bir tefsir olduğu söylenmiş.
5- İş kızıştı, şiddetlendi mânâsına "fırın kızdı" denildiği gibi, "fârettennûr" da böyledir, denilmiştir. Lâkin bu dört mânânın dördü de mecazdır.
Ancak meselenin özü, hârikulâde bir hadiseye ait olduğundan tefsir âlimlerinin hemen hepsi (cumhur), bu mânâları, tennûr kelimesinin gerçek ve lügat mânâsından saymaya sebep teşkil etmediğini söylemektedirler.
6- Ebu Hayyan, tefsirinde Hasen'den rivayetle "tennûr"un "gemide suyun toplandığı yer" olduğunu nakletmiştir, ki bu ifade hemen hemen geminin kazanını andırıyor.
Görülüyor ki, tefsir âlimlerinin rivayetlerinin bazı noktaları yukarıda arzettiğimiz mânâya değinir yapıdadır. Yani geminin yelkenli bir gemi değil, kazanla çalışan bir vapur olduğunu hatırlatır mahiyettedir. Rivayetlerdeki bu ayrıntılar da görüldükten sonra biz şimdi hakkıyla diyebiliriz ki, tennûrun gerçek manasıyla bir ocak olması, aynı zamanda onun gemide su toplanan bir kazan ile ilişkili olmasına da engel değildir.
Cumhur’un “ocak” olduğu hakkındaki rivayetiyle bu rivayet arasında tenakuz/çelişki de yoktur. Harf-i tarif ile "et-tennûr" buyurulması, bunun gemiye ait bir tandır, bir ocak olmasını açıkça belli eder. Aynı zamanda Hz. Nuh'a ait bir tennûr ol m ası da buna engel değildir. Çünkü bu onun bir mucizesidir.
Bu hususla ilgili ayetin zahirine karşı, "O zaman öyle bir vapur nasıl yapılabilirdi? Yapılmış olsa bu sanat unutulur mu idi?" gibi vehim ifade eden bir iki sual akla gelebilir.
Halbuki daha önceki çağlarda bilinip de sonradan kaybolup gitmiş bir takım sanatların olduğu bile tarihi misallerle sabittir.
Kaldı ki Hz. Nuh, gemisini beşerin bilgi ve tecrübe birikimiyle değil, doğrudan doğruya "Bu gemiyi Bizim gözetimimizde ve vahyimize göre yap!" âyetinde de ifade buyurulduğu gibi, Allah'ın vahyi ile ve yine O'nun gözetiminde yapmıştır.
Her cinsten bir çift, yani erkeği ve dişisi olan her canlıdan ikişer tane ki, bunun miktarını Allah bilir, gemiye alınmıştır. Bu kadar canlıyı alabilen ve bunlarla beraber Hz. Nuh'un bir oğlunun dışında bütün aile fertlerini ve az da olsa kavminden kendisine iman etmiş olanları, gerek insanlar, gerek diğer hayvanlar için gerekli olan yiyecekleri dahi yüklenerek, dağlar gibi dalgalar içinde akıp giden bir geminin hârikulâde bir gemi olması ve bunun basit bir yelkenli gemi gibi düşünülmemesi gerekiyor.
"O devirde böyle bir gemi yapılabilir miydi?" sorusuna karşılık, "Öyle fırtınalı ve dalgalı bir tufanda bu kadar yükü küçük bir yelkenli taşıyabilir mi?" sorusuyla cevap vermek gerekir. [Hud suresi, 37-38; Elmalı’lı Hamdi Yazır, Hak dini Kur’ân dili, Hud suresi tefsiri]
***
(3) “Cizre’de türbesi var mıdır?”
Nuh aleyhisselâm gemisi içindeyken suların üstünde Kâbe’yi 40 defa tavaf etmiş… Zilhiccenin dokuzunda gemisi içinde Arafat’ta bulunmuş… Ve Hac vazifesini eda etmiştir.
Peygamberler (aleyhimüsselâm) içerisinde gemiyle sular üstünde Kâbe’yi tavaf ederek hac vazifesini yapan tek peygamber yine Hz. Nuh’tur. Hayatının sonlarına doğru yine Mekke’ye gelmiş ve Mescid-i Haram’da vefat etmiştir… Mezarı oradadır. [İbn Esir, el-Kâmil fi’t-Târîh, 1, 78] Bilindiği üzere Kâbe’nin çevresinde 90 civarında peygamber (aleyhimüsselâm) yatmaktadır.
***
(4) “Nuh a.s fizki olarak şimdiki zmanın insanlarından farklı mıdır?”
Buhari’nin naklettiği bir hadis-i şerife göre, ilk insan ilk peygamber atamız Hz.Adem’in (a.s.) boyu 60 zira (arşın) idi. Aynı rivayette insanların boylarının gittikçe kısaldığı da anlatılmaktadır.
Bu rivayete göre Hz.Adem’in boyu 40 m. civarında idi. Hz. Nuh’un boyu ve diğer fizikî özellikleriyle ilgili bilgiye ise rastlanmamaktadır. En azından araştırmalarımda şahsen ben karşılaşmadım.
Ancak Hz.Nuh hakkında Kur’an-ı Kerim’de, “Andolsun ki Nuh'u kendi kavmine gönderdik de, o dokuz yüz elli yıl onların arasında kaldı. Sonunda, onlar zulümlerini sürdürürken tufan kendilerini yakalayıverdi” [Ankebut suresi, 14] buyrularak, açık bir şekilde kavmine 950 yıl tebliğde bulunduğu ifade edilmektedir. Buna binaen kendisine 40 yaşında peygamberlik geldiğini kabul edersek, 990 yıl yaşamış oluyor. 100 yaşındayken risalet vazifesi verilmişse, bu defa 1050 senelik bir hayat sürdüğü anlaşılıyor.
Seylan (eski esmiyle Serendib) adasında Müslümanların Adammala, “Adem Dağı” adını verdikleri; Portekizlilerin de “Picoli Adama” dedikleri çok meşhur bir dağ mevcuttur. İnsanoğlunun atası Adem aleyhisselâmın Cennet’ten “inişi”nde ilk defa buraya ayak basmış olduğu rivayet edilir.
Kocaman bir sağ ayak izi, kayanın zirvesinde hep görülmektedir. Bu izin büyüklüğü için Batılı bir seyyah, “Beş ayak üç parmak uzunluğunda ve iki ayak beş parmak ile iki ayak parmağı genişliğinde az derince bir çukur” demektedir.
Yukarda kaydettiğimiz bilgilerde Hz.Adem’e atfedilen devasa boy ile orantılı bir ayak izi... Çünkü bu rivayetlere göre Hz.Adem’in boyu o zaman o halde idi. Anadolu’da ve dünyanın pek çok yerinde de dev mezarların olduğu bilinmektedir.
Adem aleyhisselam, Hz. Nuh ve gemisi, Hz. İdris, Şit (a.s.), Ulû’l-azm, Abdulgaffar, Babil, Lemek, Kinuşi, Ebu’l-Beşer, Nova, Nûh, Yeşkur, Ziusudra ve Utnapiştim, Sam, Ham, Yafes,