Takke-sarık
Baş açık namaz kılmak mekruh mu baş açık gezmek mekruh mu arabistan sıcak olduğu için örtüyor olamaz mı efendimiz sünnet olan sarığı takke üzerine sarmak mı takkesiz sarık sarıksız takke olmaz mı olursa biat mı
Baş, erkeğe nisbetle avret sayılmadığı için başı açık olarak kılınan namaz mekruh olmakla birlikte geçerlidir. Kerahetten kutulmak için yapılması gereken, takke ile kılmaktır. Sarıkla kılmak ise, daha faziletli bir sünnettir. Nitekim Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), "Sarıkla kılınan iki rek’at namaz, sarıksız olarak kılınan yetmiş rek’attan daha hayırlıdır" [Tâcu’l-Usûl, 1, 169] buyurmuştur.
Ayrıca sarılan sarığın bir ucunu sırtının/iki küreğinin ortasına gelecek şekilde ve bir arşın uzunlukta sarkıtmak (taylesan) da sarıkla ilgili bir sünnettir. [Bkz. Mehmed Emre, Fetvalar, 1, 620]
Sarığın uzunluğu (kaç metre olacağı) hakkında bir şey vârid olmamıştır. O örfe bağlı bir şeydir. Bulunulan / yaşanan yerdeki örf-âdet neyse ona göre ayarlanır, yani bu durumu “amelî örf” belirler.
Malumunuz, insanların çoğunun benimseyip alışkanlık haline getirdiği işlere ya da duyulduğunda insanın hatırına başka anlam gelmeyecek derecede özel manada kullanmayı âdet edindikleri lafızlara “kavlî örf” denir.
Amelî örf ise, bir topluluğun bir işi bir hareketi belli bir şekilde devamlı olarak yapmasıdır.
Usûl-i fıkıhta, kıyasla belirlenen bir hükme ya da fukaha tarafından benimsenmiş ve yerleşmiş bir umumi kaideye aykırı olan bir uygulamayı insanlar örf haline getirmişlerse, kıyastan veya genel kuraldan vazgeçip bu örfe dayanarak hüküm vermeye istihsânü’l-örf (örf sebebiyle istihsan, güzel görüp hükmetme) adı verilir.
Örf, âdet ve temaül de, ihtiyaç halinde kendilerine müracat edilen şer’î bir delildir.
***
Baş açık gezme meselesine gelince…
“Mecelle Şerhi”ndeki, “Dilsizin ve körün şahitliği kabul edilemez” maddesinde şöyle zikredilmiştir: “Şahsiyeti zedeleyen işler yapan kişinin şâhitliği, imamların görüş birliğiyle kabul edilmez. Velev ki bu işler haram olmasın!”
Meselâ toplantılara uygun olmayan kıyafetle katılmanın, insanların yanında ayak uzatmanın ve baş açmanın âdete muhâlif ve edepsizlik sayıldığı yerlerde baş açık bulunmak… Yollarda insanların gözü önünde yemek yemek ve idrar yapmak… Kendisini küçümsetecek derecede aşırı şakacılık… Bayağı insanlarla birliktelik… İnsanları küçümsemek ve sokaklarda bağırmak gibi fiiller dînen haram değilse de, şer’î mahkemelerde bunları yapanların şâhitliği kabul edilmezdi! [Bkz. Rûhu’l-Furkan Tefsiri, 13, 333-334]
Demek ki dışarıda baş açık ya da kapalı gezmenin hükmü, içinde bulunduğumuz-yaşadığımız toplumun âdetiyle alakalı bir durum. Mutlak manada olmadığı gibi, coğrafi şartlara da bağlı değil. Ona göre değerlendirmek gerekiyor. Günümüz şartları, âdet ve uygulamaları ise malum; pek çok farklılıkları içinde barındırmaktadır.
***
Velhasıl; erkeklerde başı örtülü bulundurmak kadınlar gibi farz değildir. Bu itibarla erkek, bulunduğu muhitin örfüne-âdetine, alışkanlığına göre hareket eder. Şayet toplum genelde başı açık geziyorsa, kişinin sıhhî bakımdan bir sıkıntısı da yoksa o da başı açık gezebilir.
Ancak toplum, başı açık gezmeyi bir şımarıklık, saygısızlık ve serkeşlik mânâsında anlıyorsa, öyle gezmeyip başına, küfür işareti sayılmayan birşey örterek dolaşmasında maslahat vardır. Böylesi daha uygun ve faydalı olur.
Hanımların durumu ise erkekler gibi değildir. Dinimizce kadınların başları avret sayılır, yâni vücutlarının örtülmesi farz olan kısımındandır. Bu bakımdan imanı sağlam, itaatlı bir hanımefendi, dışarıda, çarşı-pazarda başı açık gezemez… Hem Allah’tan korkar, hem meleklerden-ruhanilerden utanır, hem de yabancı erkeklerden-gözlerden kendini sakınır.
Ancak evi içinde yabancı erkeğin bulunmadığı anda başı açık bulunmalarına müsaade vardır. Zira dört duvar arasında kendisini gören nâmahrem erkek yoktur. Varsa onun yanında da örtülü bulunması farz olur.
Nikâh düşecek erkekler yabancı erkeklerden sayılır. Yanında baş açılmaz. Bununla beraber, evindeki melekleri-ruhanileri kaçırmak istemeyen hanımefendiler, evlerinde de başı örtülü bulunmaya gayret etmeli, açık başla bulunmaya alışmamalıdır. Zaten mesele alışmaktan ibarettir. Başını örtülü bulundurmaya alışan bir hanımefendi, daha sonra açık bulundurmaktan rahatsız olur; şeytanların seveceği giyimden uzak kalır, meleklerin beğeneceği tesettürde huzur bulur.
Demek ki, fetvada evde başını açık bulundurabilse de, takvâda evinde dahi tesettürlü bulunması tavsiyeye şayandır; melekleri-ruhanileri de memnun etmiş olur. [Bkz. Fetâvây-ı Hindiyye ve sair fıkhî eserler]
***
Namazda başı açık bulundurma ile alakalı olarak, Ömer Nasuhi Bilmen merhum, meşhur eseri Büyük İslam İlmihali”nin Namazın Mekruhları bahsinde şu açıklamalara yer vermiştir:
“Namazda tenbellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık bulundurmak mekruhtur.
Tenbellikten maksad, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır.
Gevşeklikten maksad da, namazda baş örtmeyi önemsememektir.
Halbuki bu bir sünnettir. Böyle olmayıp da özürden dolayı olursa, başın açık bulunmasında bir kerahet yoktur.
Sadece sıcaktan veya hafiflemekten dolayı başı açık bırakmak ise, mekruh görülmüştür, bu bir özür sayılmaz.
Bir de namazda tevazu ve huşû maksadı ile başı açık bırakmakta bir kerahet yoktur, denilmiştir. Bununla beraber deniliyor ki, tevazu ve huşû, bir kalb işidir. O halde kalb ile tevazu ve huşûda bulunup başı örtmek daha iyidir. Yine denebilir ki, tevazu ve huşû maksadı ile başı açık bırakmak, kalbdeki tevazu ve teslimiyetin bir dış görüntüsüdür. Bunun için iyidir. Şu kadar var ki, namaza başlarken sadece tevazu ve huşû maksadı ile başları açık bırakacak kimseler pek az bulunur.
Şunu da ilâve edelim; biz namazlarımızı Peygamber Efendimizin (s.a.v.) kıldığı gibi kılmakla emrolunmuşuz. Çünkü o bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmuştur: "Beni namaz kılarken nasıl görüyorsanız siz de öyle namaz kılın."
Efendimiz (s.a.v.) ise, namazlarını mübarek başları örtülü olarak kılmışlardır. Bu bir âdet işi değildir. Doğrusu, namazda Sevgili Peygamberimizin uyguladığı sünnete uymak ve başkalarına benzemekten sakınmak meselesidir.
İhramda başların açık bulundurulması başka bir hikmete bağlıdır. O, mahşer hayatının bir örneğidir. Namaz buna kıyas edilmez. İbadetlerde kıyas geçerli olmaz. Artık gerçek bir özür bulunmadıkça, başı güzel bir şekilde secdeye engel olmayan bir giysi ile örtmenin daha faziletli olduğu kesindir. Öyle ki, secde esnasında baştan düşen bir giysiyi amel-i kalîl (tek el) ile başa yerleştirmek faziletli görülmüştür. Fakat iki elle yani amel-i kesîr (çok hareket) ile yapılmaz.
Bu mevzuda kerahet ve fazilet erkeklere göredir.
Kadınlara göre ise, başlarının namazda örtülü olması her halde şarttır. Başlarının açık bulunması, namazlarını bozar. Bu husus, temel fıkıh kitablarımızın bir çoğunda, özellikle "Bahr-i Raik" ile "Reddü'l-Muhtar"da ayrıntılı bir şekilde kaydedilmiştir.”
kerahet, sarık, takke, baş açık, "Sarıkla kılınan iki rek’at namaz, sarıksız olarak kılınan yetmiş rek’attan daha hayırlıdır", taylesan,