Raks, Semâ ve Tegannî
Raks ve semâ’yı, tegannî’yi, bunların dinimizdeki yerini-hükmünü anlatır mısınız? Maneviyat erbabı için bunlar gerekli midir? Tşk. ederim.
Raks; kelime olarak lûgatte, mûsıkî refâkatinde/eşliğinde yapılan düzenli hareket, yani oyun-dans demektir.
Tasavvuf lisanında ise raks ve semâ, çoğu kez birlikte kullanılır. Manaları da müteradiftir, yani eş anlamlıdırlar; deverân/dönmek manalarında kullanılır. Umumiyetle cehrî/sesli zikirle meşgul olan tarikatlerde, topluca zikir yapılır ve ilahiler okunurken bir halka oluşturan dervişlerin, otururken veya ayakta iken yaptıkları ritmik hareketlere bu ad verilir. [Bkz. Ankaravî, Rusûhuddîn İsmâil, Huccetü’s-Semâ, s. 5, 7, Minhacü’l-Fukara ekinde] Bu manadaki raksa bâlişzeden, hareket, kıyâm, deverân, hadra, ızdırab, sallanmak, pâkûbî adları da verilir.
Şairler tarafından, raks-semâ ve benzeri manalarda kullanılan kelime ve kavramlarla Mevlevî dedelerin ölüm tarihleri düşürülmüştür. Bunlara iki örnek verebiliriz:
a) Adem Dede raks ederek erdi cinâne
b) Bâki Dede devr ederek gitti bekâya
Semâ’a gelince… Yukarıda belirttiğimiz üzere genellikle raks’la birlikte kullanılan bu kavram da; dinleme, işitme, kulak verme anlamında bir kelimedir.
Tasavvuf lisanında ise, başlıca üç türlü manada kullanılmıştır:
(a ) İlâhiler dinleme, dinî mûsikîyi dinleme…
(b) Makam ve nağme ile okunan dinî metinleri dinleme…
(c) Raksetme, devrân etme/dönme, dinlenen dinî mûsikînin tesiriyle coşup dönme demektir.
Dinleyene, söyleyene, maksada ve güfteye göre semâ’ın birçok çeşitlerinden bahsedilir. Genel olarak bunlarla meşgul olan sôfîlerin iddiasına göre semâ, Hak’tan gelen ve insanları Hakk’a çağıran bir mesajdır. Güya onu iyi niyetle dinleyen maksada erermiş… Semâ, mü’minin imanını, kâfirin küfrünü arttırırmış!.. [Bkz. Kuşeyrî, Abdülkerim b. Havâzin, er-Risâle, Kahire, 1966, s. 151]
Mûsikî heyeti yani ‘mutribler’ eşliğinde belli bir düzen dahilinde icra edilen Mevlevî âyinine semâ; bu âyine katılan dervişlere semâ-zen, âyinin icra edildiği yere de, semâhâne denir.
***
Raks ve semâ mevzuunda ‘hafî/sessiz-gizli zikir’le meşgul olan tasavvuf erbabının görüşlerini / değerlendirmelerini de, bu sahada en yetkili ağızlardan biri olan İmam-ı Rabbani Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) hazretlerinden alalım.
“Bilesin(iz) ki; raks ve semâ hakikatte, boş işler sınıfına ve oyun kategorisine dahildir. Allah Teala’nın, ‘İnsanlardan bazıları (bilgisizce Allah yolundan saptırmak ve bir eğlence için) boş sözü satın alır’ [Lokman suresi, 6] ayeti de tegannî (şarkı-türkü söyleme)yi yasaklamakla ilgili nazil olmuştur.
“Nitekim İbn abbas’ın (r.anhüma) talebesi ve Tâbiîn’in büyüklerinden Mücâhid (rh.) ‘boş sözden maksat tegannîdir’ demiştir. Medârik tefsirinde ‘boş söz’, (mâlâyani-boş ve faydasız) gece sohbet(ler)i ve tegannîdir, diye geçmektedir. İbn Abbas ile İbn Mes’ûd (r.anhüm) ‘boş söz’den maksadın tegannî olduğuna yemin ederlerdi.
“Mücâhid, “(O kullar ki), yalan yere şahitlik etmezler, boş sözlerle karşılaştıklarında vakar ile (oradan) geçip giderler.” [Fukan suresi, 72] ayetindeki kötü sözün tegannî olduğunu, belirtmektedir.
“Hidâyet önderlerinden Ebû Mansur Mâturîdî (rh.), ‘zamanımızın hafızlarından birine Kur’an okurken, ne güzel okudun, diyen kâfir olur, hanımı ondan boş olur… Ve Allah Teala bütün sevaplarını geçersiz kılar, buyurmaktadır.
“Ebû Nasr ed-Debbûsî’nin Kâdı Zahîruddîn Harzemî’den (rahmetullahi aleyhima) şu nakli anlatılmaktadır: ‘Mugannîden veya başkasından tegannî dinleyen veya haram bir işi görüp, inanarak veya inanmayarak onu güzel bulan/tasvip eden kişi, derhal dinden çıkmış olur.’ Zira şerîatın bir hükmünü bâtıl görmüş sayılır. Şerîatın hükmünü bâtıl görene kişi de, hiçbir müçtehide göre mü’min sayılmaz. Allah Teala onun itâtını kabul etmez, sevaplarını da geçersiz addeder. Allah Sübhânehû bizleri böyle bir durumdan korusun.
“Tegannînin haram olduğuna dair ayetler, hadisler ve fıkhî rivayetler sayılamayacak kadar çoktur. Buna rağmen bir kişi tegannînin helâlliğine dair mensuh (hükmü kalkmış) bir hadis veyâ şâz (hükümsüz) bir rivâyet naklederse, bunu dikkate almamak gerekir. Çünkü hiçbir vakit hiçbir müftü tegannînin helâl olduğuna dair fetva vermemiş… Raksı ve ayaklarla tepinmeyi caiz görmemişlerdir. Nitekim büyük imam Ziyûddîn Şâmî’nin (rh.) ‘Mültekat’ isimli eserinde de böyle geçmektedir.
“Sôfilerin ameli/yaptıkları-işledikleri helâllik veya haramlık noktasında bir delil teşkil etmez. Sôfileri bu işlerinden dolayı mazur görmemiz, kınamayıp durumlarını Allah Teala’ya havale etmemiz, onlara yeterli gelmiyor mu?
“Bu hususta muteber olan, İmam Ebû Hanîfe’nin İmam Ebû Yusuf’un ve İmam Muhammed’in (rahımehümullah) sözleridir/içtihatlarıdır… Şiblî’nin ve Ebû Hüseyin Nûri’nin (kadesallahu esrarahuma) sözleri/yaptıkları değildir.
“Bugünün yetersiz sôfileri semâ ve raksı dinleri ve milletleri/şerîatleri yapmışlardır. Bu noktada şeyhelirinin amelini delil görmüş; bu işleri itaatleri ve ibadetleri olarak kabul etmişlerdir. ‘Onlar o kimselerdir ki, dinlerini boş iş ve oyun edinmişlerdir.’ [En’âm suresi, 70]
“Yukarıdaki rivayetten anlaşılmıştır ki, haram bir işi güzel gören bir kimse Müslümanlar zümresinden çıkar, mürted olur. İyi düşünmek gerekir; semâ ve raks meclislerini/toplantı ve gösterilerini yüceltmenin, hatta bunu itaat ve ibadet görmenin şenaati/çirkinliği nasıl olur?! Allah Teala’ya hümd u senâlar olsun ki, bizim mürşitlerimiz böyle bir işe müptela olmamışlardır. Bizim gibi mukallitleri de böyle bir işi taklit etmekten kurtarmışlardır.
“Bazı dostların semâ’a meylettiğini, sema meclisleri akdettiklerini, Cuma geceleri kasîdeler okuduklarını, yârenlerin/dostların çoğunun da bu işte onlara muvafakat ettiklerini/uyduklarını duyuyoruz.
“Binlerce kez hayretler olsun ki; başka silsilelerin müritleri bu işi şeyhlerinin ameline dayandırarak irtikap edip, -gerçekte haklılık payları olmamakla birlikte- amellerine bulaşan şer’î haramlığı (güya) bu şekilde defetmektedirler.
“Peki bizim arkadaşlarımızın/dostlarımızın bu işi yaparken mâzereti ne olacaktır?!
“Bir yandan şerîatın haram kıldığı bir ameli işlemekteler, bir yandan da tarikat şeyhlerine aykırı davranmaktadırlar.
“Ne şer3iat ehli bunlardan râzıdır, ne de tarîkat ehli râzıdır. Şayet şerîatın haram kılması olmasa bu iş, tarîkatta yeni çirkin bir iş icat etmek olarak görülecekti… Bunun yanında bir de şerîatın haram kıldığı bir ameli işlemek olunca, durum nasıl olur?!
“Yakînen biliyoruz ki, Mirzâ Ciyu Cenapları bu işe razı değillerdir. Ancak sizlere saygısı icabı açıkça da sizleri (bu işten) engellememekte… Dostları da bu nevi meclislerden / toplantılardan men etmemektedir. Bu fakîr ise, oraya gelmemde bir duraksama hissedince bu satırları yazdım ve sizlere gönderdim. Bu yazıların baştan sona Mirza Ciyu’nun huzurunda okunması gerekir.” [el-Mektubat, 1, 266]
***
Sonuç:
Raks ve semâ’nın, tegannînin dinimizde yeri yoktur. Bunlar tasavvufta cehrî zikir erbabının sonradan uydurup uyguladıkları şeylerdir; bid’attir, tehlikelidir. Hafî zikir ehlinin görüş ve uygulamaları ise en ince detaylarına kadar anlatılmış ve görülmüştür ki, onların böylesi oyun ve eğlencelere ihtiyacı olmadığı gibi, bunlardan şiddetle de kaçınmaları gerekmektedir.
Hafî, Raks, Semâ ve Tegannî, cehrî, boş söz, şarkı-türkü, mâlâyani, mensûh, şâz, zamanımızın hafızlarından birine Kur’an okurken, ne güzel okudun, diyen kâfir olur, hanımı ondan boş olur, http://www.mollacami.com/konu/edebiyat-siir-tasavvu,