Anne bedduâsı, kötü dedenin iyi torunu
İyi akşamlar Halis Bey..
Birkaç sorum olacaktı. Size zahmet, cevaplarsanız beni çok sevindirirsiniz...
1. Bir evlat annesinden bin bir kere bedduâ alırsa, bu bedduâ, bedduâyı alan alan kişinin yaşatısını etkiler mi? O kişinin evladının akibeti nasıl olur? Bir de bu evladı, kız veya erkek olarak ayırt etmek istesek neler olur?
2. 'Dedenin yediği soğan torununun ağzından gelirmiş' derler atalarımız. Bu sözde söylenenin aksine, kimlerinin dedeleri çok kötü, gaddar ve günahkâr olduğu halde, torunları hafız oluyormuş... Tabii bu milyonda bir olan bir olay. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?.. Hadîcetü'l-Kübra Şahin - Facebook
Şimdiden teşekkür ederim.
İyi akşamlar Hatice hanım;
Bildiğiniz üzere ‘bedduâ’; bir sebepten dolayı herhangi bir kimse hakkında kötümser istek ve temennîde bulunmaktır. Hayır-duânın tam tersi...
Farsça; fena, çirkin, kötü, yaramaz anlamına olan ‘bed’ kelimesiyle, Arapça ‘duâ’ kelimelerinden meydana gelmiş (mürekkep/birleşik) bir kavramdır. İnsanın, kendisi veya başkaları aleyhinde ‘Allah kahretsin, Allah belâsını versin’ gibi hoş olmayan ifadelerle yaptığı duâlara, ‘bedduâ’ diyoruz.
Yüce dinimiz İslâm, Müslümanların gerek kendileri ve gerekse diğer Müslümanlar aleyhinde bedduâ etmelerini yasaklamıştır. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz buyurmuştur ki: "Ve an Câbirin radıyallâhu anhu kaale: Kaale Rasûlullahi s.a.v.: Lâ ted'û alâ enfüsiküm velâ ted'û alâ evlâdiküm velâ ted'û alâ hademiküm velâ ted'û alâ emvâliküm lâ tüvâfika [eyy: li-ellâ tüvâfika] minallâhi sâate neylin fîhaa atâun fe-yestecîbü leküm."
Manası: "Kendi aleyhinize, evlâtlarınızın, hizmetçilerinizin ve mallarınızın aleyhine sakın bedduâ etmeyiniz ki; duâların kabul olacağı bir saate rastlarsınız da, bedduânız kabul oluverir." [Ebû Dâvud, Sünen, Salât, 62, Hadis no: 1532]
Rasûl-i Ekrem Efendimiz bedduâ etmekten şiddetle kaçınırdı… Kendisinin lânet eden değil, aksine rahmet peygamberi olduğunu söylerdi… Mekke döneminde tebliğ için Tâif'e gittiğinde, orada kötü davranışlarla karşı karşıya kalmış; dönüşte taş yağmuruna tutulmuş, mübarek ayakları kanlar içerisinde kalmıştı... O sırada Allah tarafından kendisine "onlar aleyhinde yapacağı bedduânın kabul edileceği, dilerse onları helâk edeceği" bildirilmiş, fakat Peygamber Efendimiz "Hayır, belki bunların sulbünden/neslinden sana ibadet edecek çocuklar doğar, yâ Rabbi" demişti. Uhud'da dişini kıran, yüzünü yaralayan düşmanları için, "Allah'ım! Kavmimi hidâyete erdir, çünkü onlar (ne) yaptıklarını bilmiyorlar" [Tecrîd-i Sarih Tercümesi, IV, 314] diye duâ etmişti.
Bütün gayretlerine rağmen İslâmiyeti kabul etmeyen Devs kabilesine bedduâ etmesi istenince de, "Yâ Rabbi! Devs kabilesine hidayet eyle de onları bizim saflarımıza kat" diye duâ etmişti. [Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 344]
Bununla beraber, Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) zaman-zaman Allah düşmanlarına bedduâ ettiği de olmuştur. Bi'r-i Mâûne'de yetmiş İslâm davetçisini şehît eden Kilab kabîlesine Rasûlullah (s.a.v.) bir ay süre ile bedduâ ve lânet etmişti…
Kâbe'de namaz kılarken kendisiyle alay eden müşriklere de bedduâ etmiş, Bedir muharebesinde yere serildiklerini gözleriyle görmüştü. [Tecrîd-i Sarih Tercümesi, X; 43-45]
Hendek muharebesinde Medine önlerinde toplanan düşmanın perişan olup dağılmaları için duâ etmiş [Ahzâb duâsını okumuş], bunun üzerine geceleyin ansızın doğudan kopan fırtına, düşmanın altını üstüne çevirmişti. [Tecrîd-i Sarih Tercümesi, VIII, 342-343]
Bütün bunlardan sonra diyebiliriz ki Müslüman; günahkâr da olsalar, hatalı-kusurlu da bulunsalar mü’minlere bedduâ etmekten sakınmalı… Hele de kendi kendine, çoluk-çocğuna, malına-mülküne kat’iyyen bedduâ etmemeli… Ancak gerektiğinde açıkça din düşmanlığı yapanlara da sünnete uygun şekilde duâ ve bedduâdan da geri kalmamalıdır.
***
Bir annenin çocuğuna, sizin deyiminizle, ‘bin bir kere beddua’ etme durumu gerçekten akıl alır bir şey değil. Bu, olsa olsa ‘dil alışkanlığı’dır demek geliyor şahsen içimden…
Biliyorsunuz, anne-babalarımız, kendi ebeveynlerinden gördükleri-getirdikleri bilgi ve tecrübelerini, çoğu zaman bizimle olan ilişkilerine aynen yansıtırlar… Bu sebeple bahsettiğiniz problemlerle, bedduâlarla karşılaşabiliyoruz zaman-zaman... Oysa hayattaki en büyük destekçimiz de gene anne-babalarımızdır. Onlar kendi hayatlarını, maddi-manevi bütün servetlerini bizim için harcarlar... Ama bütün bunlara rağmen bazen bizi anlayamazlar… Anlamakta güçlük çekerler. Ya da kendi ebeveynlerinden alıdıkları yanlış uygulamaları bizimle ilişkilerine de aksettirirler.
Bizler, onların niçin böyle davrandığını bildiğimize göre, anlayış gösterebilir ve onları olduğu gibi kabul edebiliriz. Onlara; bu durumdan, yaptıkları bedduâlardan çok etkilendiğimizi ifade edebiliriz. Ama değişime karşı direnç gösterirlerse de, oldukları gibi kabul etmemiz gerekir tabii... Mümkün mertebe ilişkilerimizde onları kızdırmamaya-kırmamaya hassasiyet göstermeli, gönüllerini hoş tutmaya çalışmalıyız.
Eğer ilişkilerimizde iyileşme olursa, görülecektir ki onlar; bedduâ etmekten vazgeçecek, hayır-duâ etmeye başlayacaklardır. Nitekim Rabbimiz buyurmuyor mu: “Hem iyilik de bir değildir, kötülük de. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman seninle kendi arasında bir düşmanlık olan kişinin, sanki samimi bir dost gibi olduğunu görürsün. [Fussılet suresi, 34] Evet aynen öyle olur. Bunun aksini düşünmek bile imkânsız. Çünkü Mevlamız öyle söylüyor.
***
Anne bedduâsı almak
Dilerseniz konunun bu noktasında ‘uludagsozluk’ten de espritüel birkaç cümle alalım. ‘Anne bedduâsı almak’ başlığı altında şunları dile getirmişler:
“1. Anne bedduâsı almak: Halk arasında cehennemi garantilemek anlamına gelen şey. Halk arasında ama, yukarı tabaka böyle şeylerden konuşmuyor; varsa yoksa Kurtköy’deki arsa falan. [Tirmizî’deki bir hadislerinde, “ Ana-babanın çocuğuna ve mazlumun zalime olan bedduaları, red olmaz” buyurmuştur Sevgili Peygamberimiz. H.E.]
“2. Anne bedduâsı almak, baba bedduâsı almaktan daha iyidir, diye düşündüren bedduâdır. Çünkü anne, annelik içgüdüsü sayesinde bedduâyı etse bile, içten etmeyebilir. Ama babanın ettiği bedduâ, kesin olmamakla birlikte, tutar. [Haksız sayılmazlar. İbn Mâce’de geçen bir hadiste mealen “Bir babanın duası, ilahi hicaba/perdeye erişir ve bu hicabı da aşar” buyrulmuştur. Bir başka hadis-i şerifte de, babanın çocuğuna duasının, peygamberin ümmetine olan duası gibi olduğu, belirtilmiştir. H.E.]
“3. Anne bedduâsı almak, ömür boyu düzlüğe çıkamamak anlamına gelir. Alın da görün gününüzü, yaşanmış örnekleri çok vardır.”
Tabii bunlarla bitmiyor uludagsozluk’un değerlendirmeleri... İsteyen girip devamını görebilir.
***
Ancak şu da bir gerçektir ki; kötü ve haksız olan ana-babanın, suçsuz ve iyi olan evladına yaptığı beddua da kabul olmaz.
Hadis-i şeriflerdeki “Anne-baba, mazlûm ve misafirin duâsı kabul olur” demek, anne-babanın çocuğuna yaptığı hayır-duâ, mazlumun -kâfir bile olsa- kendine zulmeden kişi hakkında yaptığı bedduâ, misafirin ev sahibine yaptığı hayır-duâ kabul olur, demektir. Yoksa anne-babanın Allah’a isyan durumunda ve haksız yere yaptığı bedduâ; mazlûmun, kendisine zulmetmeyen birileri için ettiği bedduâ; misafirin, suçsuz olan ev sahibi aleyhindeki bedduâsı kabul olmaz.
Kısacası haksız olarak yapılan bedduâ Allah indinde makbul değildir. Dolayısiyle o bedduâlara maruz kalan kişi/evlat da kötü etkilenmez. Âkıbetinde de kötü bir durum söz konusu olmaz. Yeter ki o bedduâyı hak edecek şeyler yapmış olmasın ebeveynine karşı…
***
Bedduâ alan evlat kız da olsa, erkek de olsa etkilenme yönünden bir şey fark etmez. Çünkü soy/nesil sadece erkekle değil, her ikisiyle de taşınır, sürer... En açık örneği de Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) neslinin, kızları Hz. Fatıma (r.anha) ile devam ediyor olması değil midir?
***
Şunu da unutmamak lazım; biraz önce de işaret ettiğimiz gibi, anne-babanın söylediklerinde, arzu ve isteklerinde Allâh’a isyan yani günah olan bir şey söz konusu ise, o istekleri yerine getirilmez. Zira Hâlik’a/Yüce Yaratan’a isyan olan yerde mahluka/yaratığa itaat edilmez; onların sözleri, istekleri geçersizdir o noktada…
Mesela olur ya (elbette ki hiç birimiz istemeyiz); annen-baban boşandı... Baban anneni, annen de babanı kastedip, ‘Eğer onunla görüşürsen hakkımı helal etmem, bedduâ ederim’ dediler.
Haksız olarak ettikleri bu bedduâ geçerli olmaz. Çünkü istedikleri şey, dinimizece uygun olan bir şey değil. O bakımdan, onları da kırıp dökmeden, incitmeden gizlice her ikisiyle de görüşmek gerekir. Hani kırlangıça sormuşlar:
- ‘Bunca belayı nasıl savıyorsun’ diye… O da cevap vermiş:
- ‘Bazısının üstünden bazısının altından geçiyorum. Hep burnumun doğrultusunda gitsem mutlaka toslardım!”
Onun gibi, biri öbüründen, öbürü diğerinden haberdar olmadan her biriyle ilişkiyi sürdürmek gerekir.
***
Diyelim ki anne-baban bedduâ etti. Helâlleşemeden de vefat ettiler. İşin-gücün rast gitmiyor, onlar için ne yapabilirsin?
Bunun çaresi; gerek kendimiz gerekse onlar için tevbe ve istiğfara devam etmek, onların ruhlarına hediye etmek üzere hayırlı işler, iyilikler yapmaktır! Allah yolunda harcamalarda bulunmaktır. Tabii imkân nisbetinde…
Ayrıca anne-baba haklarının ödenmesi için;
Hafta içinde çarşambayı perşembeye bağlayan gece, akşamla yatsı arasında, 2 rek'at namaz kılınır. Bu namazın her rek'atinde,
7 Fâtiha-i şerîfe,
7 Âyetü'l-Kürsî,
5 İhlâs-ı şerîf,
5 "Kul eûzu birabbil-felak...",
5 "Kul eûzu birabbin-nâs..." sureleri okunur.
Kılınan bu namazın sevâbı, anne-babanın ruhlarına gönderilir. [Duâ ve İbadetler, Fazilet Neşriyat, İst., s. 57; Ayrıca bkz.Bursevî İsmail Hakkı, Tefsîru Ruhu’l-Beyan, 7, 79]
Umulur ki bundan meydana gelen ecir ve mükâfat, ebeveynin razı olmasına, haklarını helâl etmelerine vesile olur.
***
Peki, evlatların bu musâmahakâr/hoşgörülü davranışlarına karşılık ebevynin tutumu ne olmalı?
Anne-babalar olarak öncelikle çocuklarımıza bedduâ içeren sözler söylememeye dikkat etmeliyiz. Bu hususta Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) nasihatlerini yukarıda geçen hadis-i şerifte gördük. Bu uyarıyı hiçbir zaman unutmamalıyız.
Her anne-baba çocuğunun iyiliğini ister; onlara hayırlı duâlarda bulunur. Ancak anne baba, yaramazlık yapan, söylediklerini yapmayan çocuğuna kızgınlık anında istemeyerek de olsa bedduâ edebiliyor. Özellikle anneler, daha duygusal olmaları ve hislerine hâkim olmakta zorlanmaları sebebiyle çocukları için, daha sonra sakin kafayla düşündüklerinde, kendilerinin de razı olmayacağı kötü dileklerde bulunabiliyor. Dil alışkanlığı ile de olsa söylenen bedduâlar, duâ vaktine rastladığında kabul oluyor, yaptığı bu bedduâyla çocuğuna kötülüğü dokunabiliyor.
O bakımdan her kim olursa olsun birisine bedduâ etmenin, onun kötülüğünü istemenin dinimizce hoş karşılanmadığını bilmemiz lazım. Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.), kendisine kötülük edenler de dâhil, kimseye bedduâ etmediğini, etmemeye çaba gösterdiğini bir an bile hatırımızdan çıkartmamamız gerekir. Ama ne yazık ki günümüzde bedduâ, insanın kendisini rahatlatmak için söylediği sıradan sözler haline geldi… Maalesef bu da acı bir gerçek olarak karşımızda!
Anne-babaların, kötü niyetle olmasa da, sinirli anlarında çocuklarına bedduâ edebildiklerini sık değilse de zaman-zaman görmekteyiz. Bakınız bir gün Abdullah ibn Mübarek hazretlerine bir baba gelerek çocuğunu şikâyet ediyor. Abdullah ibn Mübarek,
- 'Çocuğuna bedduâ ettin mi?' diye soruyor.
- 'Evet, bedduâ ettim' diyen babaya İbn Mübarek, o halde,
- ‘Çocuğunun ahlakını sen bozdun" diye cevap veriyor.
Çocuklara sarf edilen sözler hususunda anne-babaların çok dikkatli olmaları lazım: Ebeveynin bedduâsı, onların bedduâ etmedeki içtenlikleri, buna sebep olan mağduriyetleri, duydukları üzüntü ve acı ölçüsünde karşılığını bulur. Lakin Allah'ın bu karşılığı ne zaman ve ne şekilde vereceği bilinmez.
Bu sebeple anne-babalar dilini bedduâya değil, duâya alıştırmalı. Ağızdan çıkan söz hayırlı olmalıdır.
Bugün yaşadıklarını annesinin kızgın bir anda yaptığı bedduâya bağlayan nice insanlar vardır. Olabilir… Mümkündür. Ancak bunların karşılığını illâ da bu dünyada beklememek gerekir. İşin bir de daha zor ve çetin öbür tarafı var malumunuz…
***
Yaramazlık yapan, kötü davranan evlatlara karşı nasıl davranmalı?
Anne-baba, çocuklarına hitap ederken sözleriyle; inanç, ahlâk ve kişilik olarak ona olumlu veya olumsuz çok önemli şeyler kazandırdığını unutmamalı...
Karşısına çıkan her şey, mü’min için bir imtihan vesilesidir. Bir anlık kızgınlık da olsa, dile sahip çıkmak gerekir. Mü’min daima şuurla hareket etmeli; iman, akıl ve iradesinin önüne hiçbir şeyin geçmesine izin vermemeli… Çocukların yaramazlıklarına da bu gözle bakmalı... Allah Rasûlü (s.a.v.) ve onun ashâbının (r.anhüm) davranışları, uygulamaları örnek alınmalıdır.
Dili; duâya, güzel telkinlere, ahlakî seviye gözeten nezih/temiz ifadelere alıştırmalı... Özellikle ebeveynler, öfkeli anlarında kötü sözler yerine 'Allah hayrını-iyiliğini versin' türü güzel ve olumlu ifadeler kullanmaya gayret etmelidir.
Çocukların iyiliği için çaba göstermeli... Hatalarını iyi ve yumuşak bir üslupla söyleyip yanlışlardan vazgeçirmeye çalışmalı... Onlara doğruyu, iyiliği, güzelliği göstermeli...
***
Bedduâ yerine duâ
Evet, Müslümana yakışan bedduâ değil, hayır-duâdır. Nitekim bir gün Ma'rûf-ı Kerhî (k.s.) hazretleri talebelerini/müntesiplerini/bağlılarını toplar… Dicle kenarındaki hurmalıklara çekilir, sohbete koyulurlar... Bu esnada nehirden bir kayık geçer. İçinde birkaç bıçkın genç... Hem içki içerler, hem şarkı söylerler. Bir ara hepten şirâzeden çıkar, naralar atarlar!.. Talebeler bu edepsizliğe çok bozulur. Hatta içlerinden bazıları;
- Ah şu kayık bir devrilse de günlerini görseler, derler.
Ardarda patlayan kahkahalardan ders yapılamaz hale gelince, Kerhî hazretleri o yana döner... Ellerini açar ve;
- Yâ Rabbi, Sen bu kullarını dünyada neşelendirdiğin gibi ahirette de neşelendir. Onlara hidâyet ve istikamet nasip eyle, der.
İşte tam o esnada gençlerden biri, sahildeki sohbetin farkına varır; arkadaşlarını uyarır. Ma’rûf-i Kerhî hazretlerini görünce derlenir toparlanırlar... Hatta sazlarını kırar, destileri suya atarlar. Mahçup mahçup gelir, Şeyh Ma’rûf'un ellerine kapanırlar. O günden sonra da onun sohbetlerinin/derslerinin müdavimlerinden olurlar.
İşte bedduâ yerine yapılan hayır-duânın tesiri ve faydası…
***
İkinci sorunuza gelince…
“Dedenin yediği soğan, torununun ağzından gelirmiş’ derler atalarımız. Bu sözde söylenenin aksine, kimilerinin dedeleri çok kötü, gaddar ve günahkâr olduğu halde, torunları hafız oluyormuş... Tabii bu milyonda bir olan bir olay. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?..” demişsiniz.
Ben sizin söylediğiniz şekliyle bir atasözüne rastlayamadım. Ama tabii ki ben göremedim diye olmayacak değil. İşaret ettiği mana da yanlış sayılmaz. Kaldı ki aynı anlamı destekleyen başka atasözleri ile de karşılaştım. Mesela bunlardan bazıları şöyle:
“Dede koruk yer, torunun dişi kamaşır.”
“Bir baş soğan, bir kazanı kokutur.”
“Ne soğan yemiş, ne ağzı kokuyor.”
“Soğanın acısını yiyen bilmez, doğrayan bilir.”
Yine dediğiniz gibi tam aksi yönde evlatlar-torunlar da oluyor, olabiliyor. Nitekim Rabbimiz (c.c.) bir ayet-i kerimede, “ (Allah), ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır...” [En’âm suresi, 95] buyurmaktadır. Allah’ın, ölüden diri diriden ölü çıkardığı ifadesi, Yunus suresi 31’inci ve Rum suresi 19’uncu ayetlerde de geçmektedir.
Evet O, Ölüden diri, diriden de ölü çıkarır. Gıdadan hayvan, yumurtadan civciv, nutfeden (spermadan) insan, câhilden âlim, kâfirden de mü’min çıkardığı gibi. Bunların örnekleri çoktur… Yeryüzüne, ölümünden sonra hayat veren O’dur. Güzden-kıştan sonra ortaya çıkan bahara bakalım... İşte ölmüş insanlar ve diğer çürümüş canlılar da topraktan öyle çıkarılacak, tekrar canlandırılacaklardır Mevlamız tarafından...
Küfrün babası Ebu Cehl’i düşünelim… Bir de onun oğlu Hz. İkrime’yi (r.a.) ve onun sulbünden gelen torunlarını… Birisi küfrün, öbürü de imanın zirvelerinde dolaşmakta…
İlim noktasında da dediğiniz gibi gene… Cahil bir dedenin âlim-hâfız torunları olabiliyor. Ancak atasözümüzde ifade edildiği üzere, bu istisnai haller dışında tabii ki dedelerin torunları üzerinde olumlu ve olumsuz tesiri-etkisi söz konusudur. Genelde iyi insanlardan oluşan toplumların gelecek nesilleri de iyi olur, kötü olanların da kötü... Kısacası “Bal küpünden bal, sirke küpünden de sirke sızar!”
Anne Bedduâsı, hayır-dua, Kötü Dedenin İyi Torunu, Dedenin yediği soğan torununun ağzından gelirmiş, Allah ölüden diri diriden ölü çıkarır,