Uğur için evde biblo, at nalı bulundurmak
Evde uğur getirsin diye fil at nali gibi eşyaların bulundurulması gunah mıdır ve bir de böyle eşyaların bulunduğu eve meleklerin girmediği doğru mudur?
Uğur ve uğursuzluk telakkisi, İslâm haricindeki inanç sistemlerinde-kültürlerde bir biçimde izine-eserine rastlanan, bir bâtıl inanç türüdür.
Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “uğur” şöyle tarif edilmektedir:
Bazı olaylarda görülen ve insana iyilik getirdiğine inanılan belirti veya bazı nesnelerde / objelerde var olduğuna inanılan iyilik kaynağı. Türkçede yaygın şekilde kullanılan ‘uğurlamak’ sözü de bu manada, yolcu edilen kişinin uğursuzluğa değil de, ‘uğur’a rastlaması, uğurlu bir şekilde gitmesini temenni etmek gibi bir anlam ifade etmektedir.
Bazı olaylarda görüldüğü söylenen veya bazı şeylerde var olduğuna ve insana kötülük getirdiğine inanılan belirti, güç ve meymenetsizliğe de uğursuzluk denmektedir.
***
İslâm’ın geldiği ilk dönemde Ortadoğu bölgesinde, Mecusilerde, İran ve Hint kültürlerinde, Batı toplumlarında her çeşitten uğursuzluk inancı mevcuttu. O dönemde orta Asya’da yaşayan Türkler’de de pek çok hurâfenin yanında ‘uğur’ ve ‘uğursuzluk’ inanışları mevcuttu. Bu inanışlardan bazıları, tarihten süzülerek günümüze kadar gelmiş, Anadolumuzda maalesef varlığını bugüne dek sürdürebilmiştir.
Uğursuzluk inancı belli başlı olarak;
- Günler,
- Eşya,
- Hayvanlar,
- Bazı yerler / mekânlar
- Ve birtakım fiillerle ilgili olarak ortaya atılmıştır.
Bununla birlikte hayatın hemen her alanında izine rastlamak mümkündür.
Bir nesneyi ya da bir fiili uğursuz saymanın, temelde korkulan varlıklarla ve bilhassa cinlerle alakası olduğu anlaşılmaktadır. Bununla beraber, her uğursuzluk inancının cinlerle alakasını kurmak da mümkün değildir. Çünkü vahiyle uyarılmamış ya da vahyi doğru anlamamış toplumlar; dağ, tepe, dere, ulu kaya ve ulu ağaç, gece, siyah kedi gibi hayvanların cinlerle bağlantısına inanmış, bunlardan duydukları korkuyu izale etmek için, bir kısım bâtıl yollara baş vurmuşlardır.
***
Sorunuzdaki “fil helkelciği ve at nalı” da, sizin de belirttiğiniz üzere “uğur” için düşünülmüş bâtıl bir inançtır; İslâm’la, Müslümanlıkla ilgisi yoktur.
Böyle eşyanın bulunduğu eve melek girip girmemesine gelince…
Hz. Ali'den (r.a.) rivayet edilen, "İçinde köpek, resim ve cünüp bulunan eve (rahmet getiren) melekler girmez" [Ebû Dâvud, Sünen, Libas, 129; Nesâî, Sünen, Tahare, 167] hadis-i şerifi, pek çoğumuzun malumudur.
Hattâbî (rh), bu hadisin sıhhatine kaildir ve ma'nâyı şöyle izah eder ve: "Buradaki cünüpten murad, yıkanmaktan hoşlanmayan ve terketmeyi âdet haline getiren kimsedir, yıkanmayı tehir eden kimse değildir." der.
Hattâbî merhum, hadisle ilgili açıklamasına şöyle devam eder: "...Köpekten de murad beslenmesine izin verilen köpek olmamalı, resim de ayak altına atılmış canlı resmi olmamalıdır." Yani duvara asılı, masa veya sehpa üzerinde bulunan, tahkir değil hürmet gösterilen resimler kastedilmektedir. Bunların da sünnette ölçüleri/kriterleri belirtilmiştir. [Geniş bilgi için bkz. http://www.mollacami.net/soru-ve-cevaplar-735.html
***
Hasılı; uğur ve uğursuzluk inancı da, diğer bâtıl inançların akrabalarındandır, İslâm'la kaldırılmıştır. Kur'ân-ı Kerim'de uğursuzluktan sözeden üç âyet-i kerîme vardır ve üçü de kâfirlerin uğursuz saymalarını anlatır. [Yâ-sîn suresi, 36/7 8; Neml suresi, 27/47; A'raf suresi, 7/131] Bu bile uğursuzluğun, Müslümanların işi olmadığını bize anlatmaya yeter.
Mevzu iyice düşünülürse; uğursuzluğun da, nazarlık (sorunuzdaki at nalı misali) ve fal gibi inanç zayıflığından ve İslâm'ı bilmemekten kaynaklandığı anlaşılır. Çünkü bu, İsâm'ın kader inancıyla da çatışır.
Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), bir hadislerinde, uğursuzluk gütmenin şirk olduğunu söylemiş, bir hadislerinde de aynı sonuca varmak üzere uğursuzluğun "Cibt"e, yani Allah'ın dışında edinilen ilâhlara tapmak olduğunu haber vermiştir. [Ebû Dâvûd, Sünen, Tıb, 23]
Bir hadis-i şerifte de: "Bir kimseyi uğursuzluk gütmesi bir ihtiyacından alıkoyarsa, şirk koşmuş olur" buyrulmuştur. [Münavî, Feyz VI/136, Ahmed ve Taberanî'den Hasen] Çünkü herhangi bir şeyi uğurlu ya da uğursuz sayan insan, sanki o husustaki tesiri o şeye bağlamış demektir. Halbuki, her şey Alah'ın dilemesi ve gücüyle olur. Bu yüzden, her insanda bir parça da olsa uğursuz sayma inancı bulunduğunu, böyle bir şeyle karşı karşıya gelen insanın, yolundan dönmemesi/yaptığı işten vaz geçmemesi gerektiğini söyleyen hadisten sonra İbn Mes'ûd (r.a.), bu tür uğursuzluk düşüncesinin ilâcının "tevekkül" olduğunu söyler. [Ebû Dâvûd, Sünen, Tıb 24; Tirmizî, siyer 47; İbn Mâce, Sünen, Tıb 43; Müsned, I, 389, 438, 440]
Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) böyle bir durumla karşılaşan insanın;
"Allâhümme Lâ-ye'tî bi'l-hasenâti illâ ente velâ yedfe'usseyyiâti illâ ente, velâ havle velâ kuvvete illâ bike", yani; "Allah’ım; iyilikler sadece senden gelir, kötülükleri de ancak sen savabilirsin, her türlü güç ve kuvvet ancak sendendir" [Ebû Dâvûd, Sünen, Tıb, 24] demesini öğütler.
İbn Âbidîn (rh.); ‘Uğursuzluk gütme/uğursuz sayma, mütevekkil Müslümanların değil, Yahudilerin bir âdetidir’, der. [Geniş bilgi için bkz. Ibn Âbidîn VI, 363-64]
Ancak Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.), “hüsn-i tefe'ul”ü hoş görmüştür. Yani meselâ, bir iş yapmakta iken "Sehl" isimli birisinin gelmesiyle, "eh, işimiz kolaylaştı" demeyi; olayları hep müsbet yönleriyle değerlendirmeyi câiz görmüştür. "Sehl", kolay demektir. Ya da "Mes’ut" isimli birisinin kızına talip çıkması üzerine babanın, "Haydi Allah mes’ut etsin" diyerek onun talebini kabul etmesi gibi… Yalnız “böyle yapmak gerekir” denmiyor, bu tür davranışta zarar yoktur deniyor. Yani son örnekte kızın babası; "madem ki kızımı Mes’ut isimli birisi istemiştir, öyleyse mes’ut olacakları kesindir, kızımı vermem lâzım" biçiminde düşünmemelidir.
Yine rivayet edildiğine göre Rasûlullah Efendiinizin (s.a.v.), "bir iş için çıktığında; ey Râşid, ey Nâcih! gibi bir nîda duymak hoşuna giderdi". [Münavî, Feyzû'I-Kadîr V, 229, Tirmizî ve Hâkîm'den Hasen] Çünkü "Râşid" yolu doğru olan, "Nâcih" de başaran demektir. Bunları duymuş olmakla peşinde olduğu işin, isabetli ve muvaffak olunacak bir iş olduğuna işaret görmüş, sezmiş olunabilirdi.
Velhasıl nakledildiğine göre Rasûl-i Ekrem (s.a.v.) Efendimiz, "Tefe'ul ederdi, tatayyur etmezdi" [A.g.e. V, 202, Ahmed'den Hasen] Yani söylediğimiz anlamda müsbet işaretlere değer verirdi, ama uğursuzluk aramazdı. Yine aynı manada: "Güzel fe'li (bir şeyi hayra yormayı) severdi, tiyera'yi (bir şeyde uğursuzluk düşüncesini) kerih görürdü." [A.g.e. V, 231, İbn Mâce ve Hakîm'den sahih] "Uğursuz sayan da uğursuz sayılan da bizden değildir..." buyurdu. [A.g.e. V, 385, Taberâni'den, Hasen; Ayrıca bkz. İbn Âbidîn, I, 555]
hayvanlar, Evde, günler, eşya, Biblo, Melek, fil, at nalı, uğur, uğursuzluk, mekânlar, fiiller, bâtıl inanç,