Ölen kişi ailesini özler mi?
Vefat eden kişinin ruhu ailesini çocuklarını bıraktığı için azap duyar mı?Özlem duyar mı?
Vefat eden kişi ya imanla gitmiştir ya da -Allah korusun- imansız… İmanla gidenler de kısım-kısım, mertebe-mertebedir malumunuz. Hepsi aynı seviyede değildir; dolayısiyle aynı nimet, ferah ve refah içinde olamazlar. Bunlardan ailelerini, yakınlarını düşünüp kendilerinden sonra vefat edenlerden haber alanlar, onların yaptıklarından haberdar olanlar vardır.
Ama imansız gitmiş olanların derdi başlarından aşkındır, kabir azabıyla başları derttedir… Geride kalanları nasıl düşünsünler, düşünebilsinler, özleyebilsinler ki?! Bu aynen kıyamette herkesin çıplak olarak diriltilip mahşere öyle gittikleri halde, sıkıntıdan kimsenin kimseyi görüp fark edememesi gibi bir haldir.
Kur’an-ı Kerim’de onların bu vaziyeti şöyle anlatılmaktadır:
“Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında, ‘Rabbim, der, lütfen beni (dünyaya) geri gönder; ta ki, boşa geçirdiğim dünyada salih amel yapayım (iyi iş ve davranışlarda bulunayım)’. Hayır! Onun söylediği bu söz (boş) laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah (geri dönmelerine engel bir perde) vardır.” [Mü’minûn suresi, 99-100] Kısacası imansızların tek hasreti/özlemi budur, bunun da gerçekleşmesi muhâldir. Sünnetullah’a/ilahi kanuna aykırıdır.
***
Ölüm ve hayat: İki farklı âlem
"Ruhlar âlemi" de denilen ölümden sonraki hayat, bildiğiniz gibi gaybî mevzulardandır. Akılla-mantıkla-bilimle bilinmez; oradan, orada olanlardan ancak nakille (nassla) haberdar oluruz. Hayatta olan insan ile berzah âlemine göçmüş olan kişi farklı âlemlerdedir. Berzah âlemindekilerin de kendilerine göre bir hayatı vardır; lezzetleri-elemleri, hüzünleri-kederleri, ferahları-sevinçleri hissederler. Fakat henüz madde âleminde bulunanlar, ruhun bedenden sonraki hayatını ve orada kişinin neler hissettiğini, nelerle karşılaştığını/karşılaşacağını normal duyularıyla hissedip bilemez. Bu hususu ancak Allah’ımızdan (c.c.), ilahî hakikatlere vakıf kıldığı Rasûlullah Efendimizden (s.a.v.) ve onun varislerinden öğreniriz.
Kur’an-ı Kerim’de, "Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar, Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddîklarla, şehitlerle ve sâlihlerle beraberdirler. Onlar ne güzel arkadaştırlar" [Nisa suresi, 69] buyurulmuştur. Bu beraberlik dünyada, berzahta ve âhirette olmak üzere üç yerdedir. Bu üç âlemin hepsinde de kişi sevdiği ile beraberdir. [Süyûti, Büşra'1-Keîb, v. 147 b; Hasan el-'Idvî, s. 74; Rodosîzâde (İbn Hallikân, Rodosı̂zâde Mehmed bin Mehmed) Ahval-i Âlem-i Berzah, elyazma, İst. Süleymaniye Küt. v. 19 a.]
Sevdikleriyle beraber olanların bu âlemle/dünya ile ilgili pek de fazla hasretlik çekeceklerini düşünemeyiz. Ancak şu da muhakkak ki, onlar bizim yaptıklarımızdan dolayı üzüntü ve sevinç duyarlar. Bunu da unutmamak ve ona göre dikkatli davranmak lazım.
Kabir ehli, geride bıraktıkları akraba ve arkadaşlarının yaptıkları işlerden haberdar olup, iyi amellerinden ötürü sevinir, kötülüklerine de üzülürler. [Rodosîzâde, a.g.e. v. 7 b.] Tâbiînden Mücâhid (rh.) hazretlerinin bu hususta şöyle dediği sahih rivayetle gelmiştir: "Kişi kabrinde kendinden sonra çocuğunun salâhı (iyilikleri) ile müjdelenir (sevinir)."
Sa'id b. Cübeyr'in (r.h. v. 95/714) de şöyle dediği rivayet edilir: "Muhakkak ki ölülere dirilerin haberleri gelir. Daha önce bir yakını ölmüş olan hiç bir kimse yoktur ki, ona geride kalan akrabalarının haberleri gelmesin. Eğer gelen haber iyi ise sevinir ve ferahlar; kötü ise o zaman da üzülür." [Hasan el-'Idvî, a.g.e, s. 16, Mısır, 1316]
Ashaptan Ebu'd-Derdâ (r.a. v. 32/652) da şöyle dua ederdi: "Allahım, ölülerimin rezil olacağı bir iş yapmaktan sana sığınırım.'' [Aynı eser, a. yer]
Abdullah b. Mübarek (rh.) de ashaptan Ebu Eyyûb el-Ensarî'nin (r.a.) şöyle dediğini rivayet eder: "Dirilerin amelleri ölülere arz olunur. Eğer bir iyilik görürlerse sevinir, birbirlerine müjdelerler; bir kötülük görünce de, Allah’ım onu ondan geri çevir (vaz geçir, uzaklaştır), derler." [Rodosîzâde, a.g.e, v, 8 b]
Yeni gelen ölüden haber sormalarından da anlaşılacağı üzere, Allah'ın diledikleri müstesna ölülerin dirilerden bizzat haberdar olduklarını söyleyemeyiz. Bu sebeple buradaki haberdar oluşlarını, yeni gelen ve aralarına katılanlardan öğrenirler şeklinde anlıyoruz. Yeni gelenlerden haber alışları da, ruhların berzahta birbirleriyle görüşüp konuştuklarına delâlet eder. Bu hususta da hadis-i şerifler vardır.
***
Diriler ölenlerle nasıl görüşür?
Peki ölen sevdiklerimizden, hasretini duyduğumuz/özlemini çektiklerimizle görüşebilir miyiz? Görüşebilirsek bu nasıl mümkün olabilir?
Henüz hayatta olanların berzahtakilerle görüşmeleri uyanık ve uyku halinde olmak üzere iki türlü olabilir:
Uyanıkken görüşmenin en büyük misâli ve olabilirliğinin delili, Rasulûllah’ın (s.a.v.) Mi’rac'da bazı Peygamberlerin ruhlarıyla karşılaştığını haber veren ve kabir ziyaretini öğreten hadislerdir.
Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de, Rasûlüne (s.a.v.) hitaben: "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerden sor ki; biz, Rahmân'dan başka ibadet olunacak ilâhlar yapmış mıyız?" [Zuhruf suresi, 45] buyurmaktadır. Müfessirlerden bir kısmı buradaki sorma fiilinin sadece İsrâ ve Mi’rac gecesine hâs olduğunu söylerken, bazıları da her istediği zaman Allah Tealâ'nın Rasûlullah Efendimize (s.a.v.) önceki peygamberlerle konuşma imkânı verdiği şeklinde tefsir etmişlerdir. Bu ikinci görüşte olanlara göre âyetteki mutlak lafzı (sözü), İsrâ ve Mi’rac gecesi ile takyid etmek (sınırlamak) hatalı bir te'vil olur. Ve âyetin olduğu gibi anlaşılıp, her istediği zaman Fahr-i Âlem’e (s.a.v.) bu imkânın verileceğini söylemek daha isâbetlidir. [Bkz. İbn Kesîr, Tefsir, c. IV, s. 129]
Rasûl-i Ekrem’in (s.a.v.) önceki peygamberlerle daha kendisi henüz hayatta iken görüşmesi, vukuu mümkün olan işlerdendir. Ve Allah'ın kudretine göre bunda hiç bir zorluk yoktur. Allah Tealâ görüştürünce de bu hadise gerçekleşmiştir ki, Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Mi’rac gecesinde, uyanık halde iken diğer Peygamberlerin (aleyhimüsselam) ruhlarıyla Beytü'l-Makdis'de (Kudüs'teki Mescid-i Aksâ'da) bir araya gelmiştir. Daha sonra semâvât (gökler) âleminde de onlardan bazıları ile bir araya gelip konuştuğuna sahih haberler delâlet etmektedir. [Bu husustaki hadisler için bkz. Buhârî, Sahih, Salât, l, c. I, s. 91-92; Enbiyâ, 5, c. IV, s. 106-107; Müslim, Sahih, İman, 74, c.I, s. l48; Fezâil, 42, c. IV, s. l845; Nesâî, Sünen, Kıyâmu'1-Leyl, 15, c. m, s. 215; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. V. s. 59,143]
Yine Hz. Ömer'den (r.a.) rivayet edilen bir hadis-i şeriflerinde Rasûlullah (s.a.v.), Hz. Musa’nın (a.s.) Allah Tealâ'ya dua edip, Hz. Adem (a.s.) ile görüşmeyi dilediğini ve Cenab-ı Hakk'ın, henüz hayatta iken ve uyanıkken, Hz. Adem’i Hz. Musa'ya gösterip birbirleriyle konuşmuş olduklarını haber vermiştir. [Ebu Davud, Sünen, Sünne, 17, c. V, s. 226]
Peygamberlerden (aleyhimüsselâm) başkasının hayattayken ve uyanıkken berzahtakilerle görüşmeleri ise ancak Allah'ın ikram ettiği kimselere nasip olmuştur ki; bu hususta Allah'ın velî kullarının, Rasûlullah (s.a.v.) ve bazı büyük zevatla görüştüklerine dair pek çok hadise nakledilmekte, anlatılmaktadır.
Kabir ziyaretinde ziyaret edene "zâir", ziyaret edilene "mezûr" denilmesi de, ziyaret edilenin ziyaret esnasında ziyaretçisini duyup bildiğine delidir. Çünkü ziyaret edilen, ziyaretçisini bilmezse buna "mezûr (ziyaret edilen)" denmez. Ayrıca Peygamberimiz (s.a.v.) ziyaret adabını öğretirken, kabristana varınca ölülere selâm verilmesini öğretmişlerdir ki, bu da onların dirilerle olan münâsebetleri cümlesindendir. [Rodosîzâde, a.g.e, v. 8 b; Vücûdî, Muhammed b. Abdulaziz, Ahvâl-i Âlem-i Berzah, v. 9 a, elyazma, ist. Süleymaniye Küt. Halef Ef. Böl. Nr. 237]
Hayattakilerin berzahtakilerle rüyada görüşmeleri ise, nübüvvetin bir parçası olan sâlih rüyalardandır ve ilim ifade eder. [Rodosîzade, a.g.e, v. 39 b]
Erzurumlu İbrahim Hakkı (k.s.) hazretleri de, "Ölüleri rüyada hayırla veya şerle (iyi ya da kötü) görmek, onların halini aynen bilmektir. Bu, (hayattakilere) ölünün halini bildirmek veya uyanık olmayı sağlamak (ikaz/uyarmak) içindir,.." [34- Erzurumlu ibrahim Hakkı, Mârifetname, c. I, s. 60] diyerek ölüleri rüyada görmenin, sâdık rüyalardan olduğuna işaret etmiştir.
Rüya ya da keramet yoluyla -peygamberlerden başkası için- olan bu görüşmeler ve görülenler, kelâm âlimlerine göre umum için değil, ancak sahibi için (gören kişinin kendisi için) delil olabilir. Ancak bizim burada onlardan bahsedişimiz, sadece mümkün olduğunu belirtmek içindir.
Hayattakilerle berzahtakilerin rüyada görüşmeleri, ikisinden birinin arzusu ve bazı gayeler için bu görüşmeyi Allah Tealâ'dan istemesiyle Allah'ın bir lûtfu olarak meydana gelmektedir. Hayattakilerin görüşmeyi istemesine -hepimizin en büyük arzusu olan ve pek çok mü'mine nasib olan- Rasûlullah Efendimizi (s.a.v.) rüyada görmek istemeyi, ya da çok sevdiğimiz yakınlarımızdan âhirete göçmüş olanları rüyada olsun görmek isteyişimizi misâl verebiliriz.
Rivayete göre Ashab-ı kiramdan Sa'b b. Cessâme ile Avf b. Mâlik (r.anhuma) kardeş olmuşlar ve öldükten sonra da birbirimizden haberdar olalım diye sözleşmişler. Aradan bir müddet geçtikten sonra Sa'b (r.a.) ölüyor. Avf (r.a.) bir gece rüyasında, aynen hayattaymış gibi Sa'b'ın kendisine geldiğini görüyor ve Sa'b'a hesap ve suâlin nasıl geçtiğini soruyor. O da şimdilik iyi olduğunu söyleyip Allah'a hamdediyor. Bu arada Avf, Sa'b'ın göğsünde gördüğü bir kara lekenin sebebini soruyor. O da bir Yahudiden on dirhem ödünç aldığını ve paraların asılı olduğu yeri söyleyerek, o paranın sahabine verilmesini istiyor. Yine evdeki kedisinin öldüğünü, kızının da yakında öleceğini haber veriyor ve bütün bunlar aynen çıkıyor. Sabah olup da Avf, arkadaşının evine gidince, paranın aynen haber verilen yerde olduğunu görüyor ve alıp Yahudiye götürüyor. Ona, ölmüş olan arkadaşının kendisinden ödünç para alıp almadığını sorunca, Yahudi aldığını ve miktarını söylüyor. Bunun üzerine rüyada gördüklerinin gerçek olduğunu anlayan Hz. Avf, elindeki paraları, arkadaşının rüyadaki vasiyetine uyarak Yahudiye veriyor. [Rodosîzâde, a.g.e.]
Ruh, ölüm, hüzün, keder, hayat, çocuklar, aile, kabir âlemi, berzah, azab, sevinç, özlem, elem, lezzet,