Fıkhî sorular
hocam öncelikle verdiğiniz hizmetler için teşekkür ediyorum ve çok beğenerek etrafımdaki insanlara sizleri tavsiye ediyorum selam ve hürmetle bir kaç sorum olacak
1-ezan okunurken geçmekte olan namaz kılınabilir mi
2-sabah güneş doğup kerahat vakti geçtikten sonra kılınan sabah namazın hükmü nedir güneş doğmadan önceki vakitle farkları nelerdir
3- hocam geçen cumartesi osmanağa camiinde emekli vaiz hüseyin kumaş beyi dinledim o yaştaki bir kısım din görevlileri evlerinde inzivaya çekilirken cami cami dolaşıp
insanlara dini durmadan ve en güzel şekliyle anlatma hevesi ne ile alakalı olmalı? teşekkür ederim
Mukabil şükranlar, selâm ve muhabbetler...
Sorularınızın cevabına gelince…
1. Ezan okunduğuna göre önceki namazın vakti çıkmış, bir sonraki namaz vakti girmiş oluyor. Sahib-i tertipseniz, tabii evvela önceki vakte ait olan namazı kılmanız gerekir. Değilseniz artık o namaz kazaya kalmış, müsait olduğunuz ilk fırsatta kaza etmelisiniz. Tertip/sıra gerekmez.
2. Güneşin doğması sabah namazının vaktinin çıktığını gösterir. Bu da o saatten sonra bu namazın kaza edilmesi gerektiğidir. Yani kazaya niyet edeceksiniz. Hükmü budur. Vaktinde kılınandan farkı; eda değil kaza olmasıdır.
Bir farkı da, o günün sabah namazı öğleye kadar kaza edildiği takdirde hem farzını ve hem de sünnetini kaza ederiz. Çünkü sabahın vakti çıkmıştır ama, diğer namazın (öğlenin) vakti ise henüz girmemiştir.
Sünnetini kaza ederken, “Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının sünnetini kaza etmeye” denir.
Farzını kaza ederken de, “Niyet ettim Allah rızası için sabah namazının farzını kaza etmeye” denir.
Bildiğiniz üzere namazın farzlarından birisi de vaktinde kılmaktır. O bakımdan vaktinde kılınmayan namazlar kazaya kalmış olur. Namazı kazaya bırakmak ise büyük günahtır. Vaktinde eda edilemeyen namazın kazasını kılmakla birlikte ayrıca tevbe ve istiğfarda bulunmak ve bir daha namazı kazaya bırakmamaya dikkat etmek gerekir.
Kaza namazı da eda gibi cemaatle kılınır. Ancak bu namazı kılan kişillerin (imam ve cemaatin) aynı vaktin kazasını kılıyor olmaları icap eder.
3. Herhalde “gayret-i diniyye”si ile alakalıdır. Zahirde-kışırda kabukta oyalanıp kalmayarak, bâtınla-maneviyatla, işin özüyle yani feyz-i Muhammed’le alakadar olmasının emâre ve semeresidir.
Devlet memurluğunun ötesinde;
Allah'ın memuru, Peygamberin memuru, dinin memuru, kitabullâhın memuru, füyüzât-ı ilâhîyi tevzi memuru olduğunun şuurunda olmasındandır.
Allah'ın zâtını, sıfâtını, Rasûlullah’ın sünnetlerini, dînin, şer'-i şerîfin hükümlerini anlatıp, Allah'ın Kitabını bilmeyenlere kitabullahı öğretip, kalblerine feyz-i ilâhî aşılamakla memur bulunduğunu müdrik… Vazifesinin, batağa düşmüş olan ümmeti bataktan kurtarmak olduğuna inanmış… Yegâne gayesinin rızâ-i ilâhî ve bu uğurda Üstâzı/Üstâzımız Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerinin yolunu takip etmesinden dolayıdır.
Bilmem bu aşk, bu şevk, bu azim ve gayret başka türlü nasıl elde edilebilir? Bu hal, hangi kelime ve mefhumlarla anlatılabilir! Öyle değil mi?
Rabbim (.c.c.) cümlemize, bilcümle ihvan ve ehavatımıza, topyekün iman ehline bu azim ve gayreti lûtfeylesin. Kalplerimize o hizmet aşkını ilka buyurup bizleri teyid eylesin. Amin…
namaz, kaza, Ezan, öğle, Sabah Namazı, Kerahet vakti, fıkhî sorular, Sahib-i tertip, osmanağa camii, gayret-i diniyye, Allah'ın memuru, Peygamberin memuru, dinin memuru, kitabullâhın memuru, füyüzât-ı ilâhîyi tevzi memuru,