Sorular | Soru sor

Mezhep Değiştirmek

Hocam Selamün aleyküm.. Bir sualim olacak, cevaplarsanız veya bununla ilgili bir paylaşım yaparsanız memnun olurum. Bir mezhebten diğerine geçiş hangi hallerde câizdir, bir o mezhebe bir bu mezhebe geçmek, mesela Hanefî iken Şâfiîî’ye geçmek, 6 ay sonra tekrar değiştirmek vs vs.. Şimdiden teşekkürler.. Cengiz Özdemir

Ve aleyküm Selam…

Cengiz kardeşimiz Facebook kanalıyla iki ayrı mesajla bir takım sorular yöneltmiş… Ancak soruların her biri geniş ve detaylı cevaplar gerektirdiğinden, ayrı başlıklar halinde cevaplamanın daha doğru, daha isabetli olacağını düşündüm. Umarım böylesi daha faydalı olur.

***

Yukarıya aldığımız ilk sorusunun cevabı:

Evet, mezhebler bu ümmet için kolaylıktır, geniş bir rahmettir. Bir Müslüman ömür boyu aynı mezhebte kalamayabilir... Ancak mezhep keyfî olarak değiştirilemez. Ortada bir zaruretin bulunması lazım. Mezhebler mü’minler için bir bakıma ilaçlara benzerler. Nasıl ki ilaçları keyfi olarak almak insan bünyesine fayda yerine zarar getirirse, keyfimize göre mezheb değiştirmek de dini-manevi açıdan zarar görmemize sebep olabilir.

***

Mezheb değiştirmeyi iki kısımda ele almak lazım:

1. Kendi mezhebine göre fıkıh ilmini bilen âlimin mezheb değiştirmesi… Eğer fakih olan alimin mezheb değiştirmesi dünyevi bir menfaate dayanıyorsa, haram haddine varacak kadar şiddetli şekilde mekruhtur. Çünkü yalnız dünyalık için şer’i hükümler ile oynamak manasına gelir. Eğer mezhebini değiştirmesi dini bir maslahat için olursa, diğer mezheb onun yanında delillerinin açıklığı ve kuvvetliği bakımından tercih olunuyor ve gerçeklere daha iyi ulaşacağını düşünüyorsa, bu durumda diğer mezhebe geçmesi onun için ya vacip veya en azından câiz olur.

Eğer fakih olan kişinin mezheb değiştirmesi dini ve dünyevi bir maksattan uzak olup hiçbir gayeye dayanmazsa o zaman mezheb değiştirmesi mekruh olup men’ olunur. Çünkü önceki mezhebinin fıkhını elde etmiştir. İkinci mezhebinin fıkhını elde edebilmesi için (uzun) zamana muhtaçtır. Bu durumda mezheb değiştirmesi daha önce öğrendikleriyle amel etmesinden onu meşgul eder. Halbuki o daha mühimdir. Bazı kere de ikinci mezhebi öğrenmeden ömrü biter. [İbn Âbidîn, Reddü’l-Muhtar, 4, 80; Hediyyetü’l-Alâiye, s. 105]

Tatarhaniye’de zikredilmiştir ki; ”Cürcânî (rh.) zamanında Hanefî mezhebinden olan bir kimse, muhaddislerden birinin kızını isteyip, o da ‘ancak kendi mezhebini bırakıp, Şâfiî mezhebine geçersen kızımı sana veririm” demiş. O da bunu kabul etmesi üzerine kızını ona vermiş. Bu mesele Ebu Bekir Cürcânî’den (rh.) sorulduğunda başını eğip, “Nikâh câizdir. Fakat o kimsenin ölürken imansız gitmesinden korkarım. Çünkü o kimse kendine göre hak olan mezhebini hafife alıp bir kadın için onu terk etmiştir” diye cevap vermiştir. [İbn Âbidîn, a.g.e., 4, 80]

2. Âmmî (avamdan-halktan biri, mezhebinin fıkhını bilmeyen kişi)’nin mezheb değiştirmesi…

Âmmî olan kişi, dünya menfaati için mezhebini değiştirirse mekruhtur. Eğer âmmînin mezheb değiştirmesi dini bir gaye için olursa, meselâ mensubu olduğu mezhebten yeterli bilgiyi öğrenmemiş… Buna karşılık diğer mezhebi kolay bulup kısa zamanda yeterli bilgiyi öğreneceğini umuyorsa… Veya mensubu bulunduğu mezhebi kendisine öğretecek bir âlim bulamazsa (yaşadığı memleketteki ulema diğer mezhebe mensup ise), o zaman bu kişiye mezhebini değiştirmek kat’i/kesin olarak vacip olur, önceki mezhebinde devam etmesi haramdır.

Çünkü bütün mezheblerden cahil kalmaktansa, hak mezheblerden hangisi olursa olsun bir mezhebe bağlanıp onun fıkhını öğrenmek daha hayırlıdır. Çünkü fıkıh ilminden farzı ayn olan miktarı bilmemek büyük kusurdur. Ve sahih olan ibadetleri de azalır.
Dini ve dünyevi bir maksada dayanmıyorsa âmmînin mezheb değiştirmesinde beis yoktur. (Hediyyetü’l-Alâiye S.305) Lakin intikal etmek/geçmek istediği mezhebi öğrenebilme imkânına sahip olmalıdır.

Tam aksine o beldede/yörede önceki mezhebini öğrenmesi daha kolay ise, o zaman mezhebini değiştirmesi câiz olmaz. Nitekim Dürrü’l-Muhtar’da Kınye isimli kitabın ‘kerâhiyet’ bahsinden nakil ile, “Âmmî için bir mezhebten diğer bir mezhebe geçmek yoktur. İster Hanefî, ister Şâfiî olsun” denilmiştir. [İbn Âbidîn, a.g.e., 5, 481]

***

Hanefî’den Şâfiî’ye geçmek

Dürrü’l-Muhtâr’ın ‘Ta’zir’ bahsinde de, “Hanefî mezhebinden Şâfiî’ye geçen ta’zir olunur” (ta’zir cezasına çarptırılır) denilmekte… Ve yine aynı kitabın ‘Şehadet’ bahsinde ise, “Ebu Hanife’nin (rh.) mezhebinden Şâfiî mezhebine intikal edenin/geçenin şehadeti (tanıklığı) kabul olunmaz”[Alâuddîn Haskefî, Dürrü’l-Muhtar, 4, 80] denilmektedir.

Reddü’l-Muhtâr’da da, hafife alma yoluyla olursa bu mezhep değişikliği, o kişinin şahitliği kabul olunmaz denilmekte... Ve sadece Hanefî’den Şâfiî’ye intikal etmeye mahsus olmayıp, (meşru’ bir zaruret) bir maksat olmadan mezhebini değiştiren herkese şâmildir denilmektedir.[Alâuddîn Haskefî, a.g.e., 5, 481]

***

Amelde Ehl-i Sünnet mezhepleri arasındaki ictihatların isabet durumları nedir? Biribirlerine üstünlükleri var mıdır?

Bu noktada dilerseniz sözü, en yetkili ağızlardan-kalemlerden biri olan, hicrî ikinci bin yılın müceddidi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Farukî (k.s.) hazretlerine bırakalım, onu dinleyelim:

Hanefî mezhebi ve diğerleri…

“Hz. Îsâ’nın (a.s.) nüzûlünden (yeryüzüne inişinden) sonra dahi, bu şerîatin neshi câiz olmaz, hükmü kalkmaz. Çünkü, o da Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in şerîatına ve sünnetine tâbi olacaktır. Zâhir âlimler, me’hazin (kaynağın) derinliğinden ve işin tam mânâsı ile inceliğinden dolayı Îsâ aleyhisselâmın ictihâdını inkâra yeltenirler. Onun ictihadlarının Kur’ân'a ve sünnete muhâlif olduğunu zannederler. Oysa ictihad meselesinde Hz. Îsâ (a.s.), İmâm-ı A‘zâm-ı Kûfî (rh.) gibidir.

“İmâm-ı A‘zâm hazretleri, vera‘ (şüphelilerden dahi kaçınmak) ve takvâ sahibi olmak bereketi, sünnete tebaiyyet devleti (tâbi olma, uyma şeref ve rütbesi) ile ictihadda ve hüküm istinbat etmekte öyle yüksek bir dereceye nâil olmuştur ki; diğerleri, onu anlamaktan bile âcizdirler. Mânâların derinlik ve inceliğinden ötürü, onun ictihadlarını Kur’ân'a ve hadîse muhâlif saymışlar, onu ve arkadaşlarını re’y sahibi zannetmişler (kendi görüşlerine göre hareket ettiğini sanmışlardır).

“Bütün bunlar, Ebû Hanîfe hazretlerinin ilmî dirâyetinin hakikatine ulaşamamaktan ve onun anlayışına, firâsetine muttali‘ olamamaktan ileri gelmektedir. Ama İmâm Şâfiî hazretlerini, o türlü isnadları yapanlardan ayırmak gerek... Zira o, İmâm-ı A‘zâm hazretlerinin fıkhî inceliğinden bir nebze görmüş ve bunun için de şöyle demiştir:

“Bütün insanlar, fıkıhta Ebû Hanîfe'nin iyâlidir…’

“Yazıklar olsun diğerlerine ki, (onun kendi görüşünü öne çıkarıp hadis üzerine tercih ettiğini iddia etmişler) böyle bir cür’ete kalkışıp kendi kusurlarını başkalarına isnat etmişlerdir!

Bir şiir meali:

Ayıplarsa kusurlu biri bilmeden onları;
Kem sözlerden berîdir hep onların sâhaları…
Kırabilir mi hiç o zinciri hîlekâr tilki;
Bağlanmıştır onlarla dünyanın tüm aslanları...

“Hâce Muhammed Parsâ (k.s.), Fusûl-i Sitte'de şöyle demiştir:

“Yeryüzüne indikten sonra Hz. Îsâ (a.s.), Ebû Hanîfe'nin mezhebi üzere amel edecektir.’

“Mümkündür ki bu cümle, yukarıda da anlatıldığı gibi, Îsâ aleyhisselâm ile İmâm-ı A‘zâm hazretlerinin (ictihadlarının isabette) benzerliği dolayısiyle söylenmiştir. Yani Hz. Îsâ'nın ictihâdı, İmâm-ı A‘zâm hazretlerinin ictihâdına muvâfık olacak; ama onu taklid etmeyecektir. Zira onun şânı, ümmet ulemâsını taklid etmekten yana yücedir...

“Hiçbir tekellüf (zorlanma) ve taassup şâibesi (aşırı bağlılık, taraftarlık kokusu) olmaksızın deriz ki;

“Hanefî mezhebinin nûrâniyeti, keşfe dayalı nazarda, bir okyanus gibi, diğer mezhepler ise, havuzlar ve kanallar gibi görülmektedir. Yine zâhirde mülâhaza edildiğinde görülecektir ki, Ehl-i İslâm'dan sevâd-ı a‘zam (en büyük topluluk), Ebû Hanîfe'nin (rh.) mezhebine tâbi olmuşlardır. Binâenaleyh, bu mezhebin mensupları hem kalabalıktır, hem de usûlde ve füru‘da (yani gerek iman ve i‘tikat esaslarında, gerekse ibâdet ve amelle alâkalı meselelerde) diğer mezheplerden ayrı bir yere sahiptir...

“İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (rh.), sünnete uymakta hepsinden öndedir. Nitekim mürsel (senedinde sahâbenin adı anılmaksızın rivâyet edilen ve bu yüzden muttasıl olmayan) hadisleri bile, müsned (Resûlüllah’a (s.a.v.) varıncaya kadar senedinde hiçbir kopma, atlama bulunmayan) hadisler gibi i‘tikad edip, onlara uymayı daha lâyık görür ve kendi görüşüne takdim eder.

“Kezâ ashâb, Hayru'l-beşer Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz'in sohbetine nâil oldukları için, onların sözlerini de, kendi görüşünden önde bilir. Ama diğerleri böyle değildir. Vaziyet anlatıldığı gibi olmasına rağmen muhâlifleri, onun sadece ashâb-ı re’y olduğunu (yani görüş sahibi olup kendi görüşlerine itibar ettiğini, onları öne çıkardığını) zannederek, kendisine edep dışı laflar sarf ederler… Halbuki onun ilimdeki kemâlini, vera‘ ve takvâsının ziyadeliğini de itiraf etmektedirler. Allah Teâlâ, onlara muvaffâkiyet ihsân eylesin de, dînin ve ehl-i İslâm'ın Sevâd-ı a‘zamının reisine eziyet etmesinler...

“Bu büyüklere, ‘sahib-i re’y’ diyenler, onların kendi görüşlerine göre hüküm verdiğine, Kur’ân'a ve hadîse tâbi olmadıklarına inanıyorlar. Bunların bozuk itikatlarına göre, Sevâd-ı a‘zam (Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e mensup Müslümanlar) da dalâlette kalan bid‘atçilerdir; hatta İslâm zümresinin de hâricindedirler. Halbuki onlar hakkında böyle bir i‘tikad besleyen bir kimse, öylesine câhildir ki; kendi cehâletinden bile haberi yoktur; yahut da, zındıklığından dolayı dînin yarısını iptâle çalışıyor demektir. Bu kimsenin cehâleti o derece büyüktür ki; sadece sayılı hadisler toplamış, şerîat hükümlerini de ancak onlara inhisar ettiriyor. Bildiğinin dışında kalanları ise nefyedip kendince sâbit olmayanı atıyor.

"Şiir meali:

O ki saklanıp kalmıştır taş içerisinde;
Başka ne yer vardır, ne de semâ kendisine…

“Binlerce kere yazıklar olsun onlara, soğuk taassuplarına ve bozuk nazarlarına… Zira fıkhın bânisi Ebû Hanîfe'dir. Fıkhın dörtte üçü ona bırakılmıştır. Diğerlerinin ortaklığı (fıkıhtaki nasîbi) ise, kalan dörtte birdedir. O, fıkıhta hâne sâhibidir; öbürleri de tamamen onun iyâlidir.

“Fakîr (İmâm-ı Rabbânî Hz. kendisini kastediyor), bu mezhebi tutmakla beraber, İmâm Şâfiî'ye de zâtî muhabbetim vardır. Büyüklüğüne inanır, bazı nâfile ibâdetlerde onu taklid ederim. Ama ne yapabilirim ki; ilminin bolluğu, takvâsının kemâli ile Ebû Hanîfe'nin yanında diğerlerini çocuklar gibi bulmaktayım...”[el-Mektûbât, İmâm-ı Rabbânî, 2, 55]

***

İmam-ı Rabbani (k.s.) hazretlerinin bu sözlerinden sonra, zâhir âlimlerin bile, ‘Hanefî mezhebinden Şâfiî’ye (ve diğerlerine) geçene ta’zir cezası verilir’ demelerinin gerçek sebebi, herhalde daha iyi anlaşılmış oluyor.

Dikkat etmek lazım; oyun oynar gibi keyfine-arzuna-isteğine göre 6 ayda bir mezhep değiştirilmez. Mezhebinde de sabit-kadem olmak gerekir.

Mezhep değiştirmek, Bir mezhebten diğerine geçiş hangi hallerde câizdir, Hanefî, Şâfiî, ictihadlarda isabet,

Yorumlar (0)
Yorumlarınızı asagidan yazabilirsiniz. Yeni soru sormak icin ise buraya tikla

MollaCami.Com